Ana Sayfa ›› Dergiler ›› Jinekoloji Obstretrik Pediatri Dergisi Eylül 2013 ›› Jinekoloji Obstretrik Pediatri Dergisi Ekim 2004


Jinekoloji Obstretrik Pediatri Dergisi Ekim 2004

 Ekim 2004

    
Epidural Doğum Analjezisinde Bupivakainin İstenmeyen İntravasküler Enjeksiyonu Olgu Sunumu, 10(3): 131-133, 2004
Elif Canan TOKUÇ, Tülin Esra ÇIRPICI, Cengiz YUMRU, Yavuz Tahsin AYANOĞLU, Nurten AŞÇI
ÖZET
    Lokal anesteziklerin intravasküler enjeksiyonu, ölüme kadar varabilen ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Biz bu çalışmada, epidural doğum analjezisi sırasında istenmeyen intravasküler enjeksiyon sonucu santral sinir sistemine ve kardiyovasküler sisteme ait toksik bulgular gelişen bir vakayı sunmayı amaçladık. 
      18 yaşında, 41 haftalık, aktif doğumda gebeye hasta kontrollü epidural analjezi (HKEA) yöntemiyle ağrısız vajinal doğum planlandı. Epidural solüsyonun 5 mL'lik artışlarla dört eşit dozda verilmesine karar verildi. İkinci bolus doz enjeksiyonundan sonra, hasta birden sıkıntı ve çarpıntı hissiyle beraber bulanık görmeye ve titremeye başladı. Kalp tepe atımı dakikada 160'a yükseldi. Ancak, kan basıncı değişmedi. İstenmeyen intravasküler enjeksiyon geliştiği ve bu bulguların lokal anesteziklerin sistemik toksik reaksiyonu olduğu düşünülerek ilaç verilimi sonlandırıldı. 4 saat sonra canlı, sağlıklı bir kız çocuğu meydana geldi. 
      Sonuç olarak, dikkatli gözlem, klinik sağduyu ve uyanık bir tutumla güvenlik aşamalarını birleştirip, lokal anesteziklerin istenmeyen intravasküler enjeksiyonunun bağlı ciddi komplikasyonları önleyebiliriz. 
      Anahtar kelimeler: Obstetrik, epidural analjezi, lokal anestezikler, toksik reaksiyonlar

 

Postmenopozal Kanaması Olan Kadınlarda, Transvaginal Ultrasonografi ile Ölçülen Endometrium Kalınlığı ile Histopatolojinin Karşılaştırılması, 10(3): 134-137, 2004
İbrahim POLAT, Nurdan NURULLAHOĞLU, Suna ÖZDEMİR, Özgür AKBAYIR, Selda ATAR, Nejdet SÜT, Yavuz CEYLAN
ÖZET
      Çalışmanın amacı, postmenopozal kanaması olan kadınlarda transvaginal ultrasonografi ile ölçülen endometrium kalınlığı ile histopatolojik bulgular arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. 
      Postmenopozal dönemde kanaması olan ve hormon replasman tedavisi almayan 101 hasta çalışmaya alındı. Hastalarda trasvaginal sonografi ile endometrial kalınlık ölçüldü ve histopatolojik inceleme için endometrial kürtaj yapıldı. Elde edilen sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildi. 
      Olgular transvaginal sonografi ile elde edilen endometrial kalınlığa göre 5 mm.'nin altında ve üstünde olarak 2 gruba ayrıldı ve bu iki grup arasında histopatolojik bulgular karşılaştırıldı. Atrofili olguların % 76.9'da endometrial kalınlık 5 mm.'nin altındayken, hiperplazi ve kanser rastlanan olguların % 84.2 ve % 88.9'da kalınlık 5 mm. üzerindeydi. Endometrial kanser oranının, yaş ve menopoz yaşı ile arttığı saptandı. 
      Transvaginal sonografi ile endometrium kalınlığının ölçümü, çeşitli premalign ve malign endometrium hastalıklarının tanısında histopatolojinin doğruluğuna katkıda bulunabilir. 
      Anahtar kelimeler: Transvaginal sonografi, endometrium kalınlığı, postmenopozal kanama

 

Acil Postpartum Histerektomi İndikasyonları: 35 Olgunun Gözden Geçirilmesi
İbrahim POLAT, Altan CEBECİ, Selda ATAR, Gonca YILDIRIM, Ebru ALPER, Onur EROL
ÖZET
        SSK Bakırköy Doğumevi, Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Hastanesi'nde 1998-2001 yılları arasında yapılan acil postpartum histerektomi olgularını insidens, indikasyon, komplikasyonları ve risk faktörleri açısından gözden geçirmek. 
      1.1.1998-31.12.2001 yılları arasında hastanemizde doğum yapan 71.635 kadın arasında saptanan 35 acil postpartum histerektomi olgusu, retrospektif olarak insidens, indikasyon, komplikasyonlar ve birlikte bulunan risk faktörleri açısından gözden geçirildi. Histerektomi tipleri de (subtotal, total) değişik kriterler için birbirleri ile karşılaştırıldı. 
      35 olgunun % 74.3'ünü (n=26) atoniler, 25.7'sini (n=9) plasenta tutunma anomalileri oluşturuyordu. Atoni grubunda 4'den fazla doğum yapanların sayısı 5 iken PTA grubunda sıfırdı. Buna karşın 15 primigravid gebenin 12'si atoni, 3'ü PTA grubundaydı. Önceden geçirilmiş sectio ve plasenta previa varlığı, PTA grubunda anlamlı olarak daha fazlaydı. 35 histerektominin 28'i subtotal, 7'si total olarak abdominal yoldan yapıldı. Aynı miktarlarda kan transfüzyonlarına rağmen, postoperatif hematokrit değerleri total histerektomi grubunda anlamlı olarak düşüktü. Komplikasyon olarak mesane yaralanması ve yoğun bakım gereksinimi açısından fark yoktu, ancak total histerektomi grubunda yoğun bakımdaki bir anne ex olmuştu. 
      Acil postpartum histerektominin ana indikasyonu uterin atonidir. Yüksek parite, sectio, daha önce geçirilmiş sectio ve plasenta previa kombinasyonu bir risk faktörü olarak alınmalı ve doktor histerektomiye hazırlıklı olmalıdır.
      Anahtar kelimeler: Acil postpartum histerektomi, atoni, plasenta tutunma anomalileri

 

Maternal Pozisyon Değişikliğinin Non Reaktif Term Gebeliklerde Kardiyotokografik Bulgular Üzerine Etkisi, 10(3): 142-144, 2004
Çetin ÇAM, Meltem ÇAM, Yasemin YAKUT, Cem TURAN, Ceyhun NUMANOĞLU, Ateş KARATEKE
ÖZET
        Amaç: Nonstres test sırasında fetal kalp hızının nonreaktif olarak değerlendiridiği olgularda, fetal kalbin annedeki pozisyon değişikliğine verdiği cevabı araştırmak. 
      Materyal ve Metod: Prospektif olarak yapılan bu çalışmaya gestasyonel süreleri 37 haftanın üzerinde olan ve eşlik eden herhangi bir maternal ve/veya obstetrik problemi tespit edilmeyen 74 gebe dahil edildi. Lateral supin pozisyonunda en az 20 dakika süren kardiotokografik incelemeleri nonreaktif olarak değerlendirilen 74 olgu iki gruba randomize edildi. Birinci grupta 36 hasta, lateral supin pozisyonları korunarak, ikinci grupta ise 38 hastaya ambulasyona izin verildi ve teste oturur pozisyonda 20 dakika daha devam edildi. 20 dakika içerisinde fetal hareket ile birlikte en az iki defa 15 saniyeden uzun süren minimum 15 atım/dk.'lık akselerasyon olmaması nonreaktivite kriteri olarak alındı. Akselerasyon gözlenen olgular gestasyonel süreye göre poliklinikte ayaktan takip edildi, nonreaktif olan gebelere standart obstetrik prosedür uygulandı. Sonuçlar c2 testi ile değerlendirildi. 
      Bulgular: Her iki grupta da yaş, gebelik haftası, amniotik indeks ve parite açısından fark yoktu (p>0,05). Supin pozisyonda devam eden 38 gebeden 30'unda fetal kalp hızı patterni nonreaktif olarak devam etti, 8'i reaktif hale döndü. Oturur pozisyona geçen 36 gebeden 19'unda fetal kalp hızı patterni nonreaktif olarak devam etti, 17'si reaktif hale döndü Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (c2= : 0,23, p>0,05). 
      Sonuç: Nonstress test sırasında akselerasyon ortaya çıkmayan hastalarda maternal repozisyon uygulanması, yalancı pozitifliği azaltıp, zaman ve materyal tasarrufu sağlayan ve akustik veya ışıksal stimulasyon gibi ek araçlar gerektirmeden kolayca uygulanabilen basit, ucuz ve güvenilir bir yöntem olarak gözükmektedir. 
      Anahtar kelimeler: Nonstress test, fetal simulasyon, maternal pozisyon

 

Histerektomi Piyeslerindeki Raslantısal Adenomyozis Prevalansı, 10(3): 145-147, 2004
Ceyhun NUMANOĞLU, Nevin NUMANOĞLU, İbrahim POLAT, Özgür AKBAYIR, Barış YOLCU
ÖZET
      Bu çalışmada histerektomi yapılan hastalarda adenomyozis prevalansını belirlemeyi amaçladık. 
      Ocak 2000-Aralık 2002 arası döneme aii histerektomi yapılmış 1.510 olgunun medikal ve histopatoloji kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. 
      Adenomyozis prevalansı tüm histerektomi piyesleri dikkate alındığında % 17.8 olarak bulundu. Histerektomi endikasyonlarına göre ise tedaviye yanıtsız kanama grubu % 50 ile en yüksek oranda adenomyozisle beraber görülen hastalık grubunu oluşturmuştur. 
      Sonuçlarımız histetektomi piyeslerinde adenomyozis sıklığının oldukça fazla olduğunu göstermiştir. 
      Anahtar kelimeler: Adenomyozis, prevalans, histerektomi

 

Hafif ve Ağır Preeklampside Lenfosit ve Lökosit Düzeyleri: Prognostik Önemi Var mı?, 10(3): 148-150, 2004
Çetin ÇAM, Meltem ÇAM, Yasemin YAKUT, Cem TURAN, Ceyhun NUMANOĞLU, Ateş KARATEKE
ÖZET
    Amaç: Ağır preeklamptik gebeler ile HELLP sendromlu hastalar arasında görülen ve hastalığın şiddeti ile ilişkisi olduğu belirlenen lökositoz derecesindeki farklılığın, aynı şekilde hafif ve ağır preeklamptik gebeler arasında bulunup bulunmadığını belirlemek ve periferik kan lökosit düzeylerindeki değişmelerin ve hastalığın şiddeti ile arasındaki ilişkiyi ortaya koymak. 
      Yöntem: 24 hafif, 15 ağır olmak üzere 39 preeeklamptik gebenin periferik ven örnekleri, lenfosit ve lökosit düzeyleri açısından prospektif olarak karşılaştırıldı. Preeklampsi tanısı için 20 haftanın üzerinde gebelerde arteryel kan basıncı 140/90 mmHg'nın üzerinde ve idrarda 0,3 g/gün'den fazla proteinüri kriter olarak alındı. Ağır preeklampsi kriterleri olarak sistolik basıncın 160 mmHg, diastolik basıncın 110 mmHg'den yüksek olması, 5 g/24 saatten fazla poteinüri, oligüri (500 ml/24 saatten az), grand mal konvulziyonlar, intrauterin gelişme geriliği, oligohidramnios ve başağrısı, görme bozukluğu ile sağ üst kadran ağrısı gibi end-organ tutulumu görülmesi alındı. Sonuçların istatistiksel değerlendirilmesinde Graphpad INSTAT V.2 paket programı kullanıldı. Grupların karşılaştırılmasında Student-T testi kullanıldı. 
      Bulgular: Her iki grupta periferik kan lökosit ve lenfosit düzeyleri açısından herhangi bir fark gözlenmedi (p>0.05). 
      Sonuç: Ağır preeklampsi ve HELLP sendromun karşılaştırıldığı çalışmalarda gözlenen ve hastalığın şiddeti ile ilişkili görülen lökositoz derecesinin artışı, hafif ve ağır preeklamptik hastalar karşılaştırılan bu çalışmada gözlenmedi. Hafif ve ağır preeklampside hastalığın şiddeti ile lökositozun derecesi arasında bir ilişki saptanmadı. 
      Anahtar kelimeler: Hafif preeklampsi, ağır preeklampsi, immunoloji, lökositoz 
 

 

POP-Q, Ne Kadar Sürede Öğrenilir?, 10(3): 151-155, 2004
Çetin ÇAM, Ateş KARATEKE, Mustafa SAKALLI, Turan ARAN, Meltem ÇAM
ÖZET
          Amaç: POP-Q sisteminin gözlemci içi ve gözlemci arası farklarını ortaya koyarak, sistemin güvenirliğini ve tekrarlanabilirliğini belirlemek. 
      Yöntem: Çalışmaya herhangi bir şikayet nedeni ile kliniğimize başvuran 10 hastaya, daha önce POP-Q muayenesi yapmamış 2 uzmanlık öğrencisi ve 1 kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından teorik ve pratik eğitim sonrasında POP-Q muayene sistemi uygulandı. Hastaların denekler tarafından muayene edilmelerinden önce, deneyimli bir kadın doğum uzmanı, özel bir ölçüm cihazı ile POP-Q referans noktaları ölçüldü ve kaydedildi. Bu ölçümler muayene öncesinde deneklerden gizlendi ve her hastada 2 kere uyguladığı muayene bulguları kaydedildi. Denek her muayene sonrasında kendi bulguları ile daha önce ölçüm aleti ile yapılan ölçümlerin farkı hakkında kalitatif olarak bilgilendirildi. Elde edilen toplam 60 adet POP-Q değerlendirmesi ile gözlemci içi hatalar ve her bir hasta için gözlemciler içi hatalar hesaplanmıştır. Bu çalışmada istatistiksel analizler NCSS Mc Grawhill paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde gözlemciler arası sınıf içi korelasyon katsayıları ve % 95 güven aralıkları ve gözlemciler içi ölçümler kullanılmıştır. Sınıf içi korelasyon katsayısı % 70'in üzeri olarak alınmıştır. 
      Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 10 hastadan biri Evre 0, dördü Evre I, üçü EvreII, biri Evre III ve biri Evre IV olarak değerlendirildi. Tüm denekler % 70'in üzerinde kabul edilebilir tahminlerde bulundu. Tüm deneklerde sonuçlar benzer olarak bulundu. Uzman hekim olan 1. denek, en başarılı tahminleri gerçekleştirdi. Uzmanlık öğrencisi olan 2. ve 3. deneklerin her bir hastadaki 2. tahminleri daha başarılı bulundu. Sırasıyla C, Ba, Bp, D, A a, Ap noktaları en başarıyla olarak tahmin edilen segmentler olarak gözlendi. En kötü tahmin edilen ölçümler ise sırasıyla tvl, pb, gh segmentleri oldular. 3 hastada evrelendirme hatası yapıldı. 
      Sonuç: POP-Q sistemi, öğrenilmesi ve öğretilmesi zor olmayan, güvenilir, tekrarlanabilir ve pelvik organ prolapsusunun tanımlanmasında klinik değeri hayli yüksek olan bir değerlendirme metodu olarak gözükmektedir. 
      Anahtar kelimeler: Pelvik organ prolapsusu, POP-Q

 

Konjenital Mezoblastik Nefroma, 10(3): 156-158, 2004
Deniz TUĞCU, Ferhan AKICI, Gönül AYDOĞAN, Zafer ŞALCIOĞLU, Serdar SANDER, Arzu AKÇAY, Hülya ŞEN
ÖZET
        Konjenital mezoblastik nefroma, yenidoğan ve genç infantlarda ender görülen renal tümörlerdendir. Renal kitlelerin % 3-6'sını oluşturan bu tümörün tedavisi cerrahi eksizyon ve nefrektomi olup, nadiren lokal rekürrens ve metastaz gözlenir. 
      Bu yazıda, 1 yaşında karın şişkinliği nedeniyle getirilip, yapılan incelemelerinde sol böbrekte kitle saptanan, total cerrahi eksizyon ve sol nefrektomi sonrası konjenital mezoblastik nefroma tanısı alan hasta nedeniyle, tümörün histopatolojik özellikleri ve klinik seyri gözden geçirildi. Yenidoğan ve erken infant dönemindeki renal kitlelerin ayırıcı tanısında konjenital mezoblastik nefromanın da düşünülmesi gerektiği vurgulandı. 
      Anahtar kelimeler: Konjenital neoblastik nefroma

 

Ailevi Akdeniz Ateşli Olguların Değerlendirilmesi, 10(3): 159-162, 2004
Belgin AKTAŞ, Pınar TURHAN, Aysel KIYAK, Nur CANPOLAT, Nuray A. AYAZ, Gönül AYDOĞAN
ÖZET
            Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA), tekrarlayan ateş atakları ve seröz membranların inflamasyonu ile karakterize genetik bir hastalıktır. AAA'da kesin tanı koydurucu laboratuvar testleri yoktur. Bu çalışmada 1998-2003 yılları arasında AAA tanısı almış 78 hasta retrospektif olarak yaş, cinsiyet, aile içi evlilik, aile öyküsü, semptomların başlangıç yaşı, semptomların dağılımı (ateş, karın ağrısı, artrit, artralji, göğüs ağrısı), akut faz yanıtı (ESR, CRP, lökositoz, fibrinojen), kolşisine yanıt, böbrek tutulumu ve gen mutasyon analizi sonuçları yönünden incelendi. 
      Kırk üç (% 55)'ü kız, 35 (% 45)'i erkek olan toplam 78 olgunun % 20'sinde anne-baba arasında birinci dereceden akrabalık, % 39'unda ise kardeşlerinde ve yakın aile çevresinde AAA pozitifliği tespit edildi. Semptomların dağılımı incelendiğinde; % 83 ateş, % 82 karın ağrısı ve ateş birlikteliği, % 24 artrit, % 11 göğüs ağrısı, ateş ve karın ağrısı birlikteliği, %5 erizipel benzeri eritem saptandı. Olguların % 15'i tanı almadan önce akut batın nedeni ile opere edilmişti. Atak sırasında incelenebilen tüm hastalarda ESR, lökositoz ve fibrinojen yüksekliği saptandı. Hastaların %6,4'de tekrarlayan eser düzeyde proteinüri olmakla birlikte, hiçbirinde nefrotik düzeyde proteinüri ve böbrek yetmezliği saptanmadı. AAA'da prognozu belirleyen en önemli faktör olan amiloidoz gelişimi hiçbir hastada görülmedi. Otuzbir olguda gen mutasyon analizi yapıldı. Onüçünde M694V/M694V homozigot, 6'sında M694V/M694V heterozigot, 3'ünde M608I/N608I homozigot ve 2'sinde M608I/N heterozigot saptandı. Yedisinde ise herhangi bir mutasyon saptanmadı. 
      Sonuç olarak ülkemizde sık görülen bu hastalıkla ilgili kendi sonuçlarımızı vermek, ayrıca erken tanı ve tedavi ile amiloid gelişimini engelleyebileceğimizi birkez daha vurgulamak istedik. Unutulmamalıdır ki, erken tanı ve düzenli kolşisin tedavisi ile amiloidoz gelişmeyen hastalarda prognoz çok iyidir. 
      Anahtar kelimeler: AAA, çocukluk çağı, AAA gen mutasyonları

 

Akut Gastroenterit ve Stres Ülseri, 10(3): 163-165, 2004
Hüseyin ALDEMİR, H. Haldun EMİROĞLU, Serdar SANDER, Metin TRABZON, Miktat YILDIZ, Haydar ÖZTÜRK
ÖZET
          Stres erozyonları ve ülserleri genellikle fiziksel travma, yanıklar, sepsis hemorajik şok veya ağır hastalıklarla birlikte görülür. Akut bol, ağrısız kanamaülserin sıklıkla ilk ve tek klinik belirtisidir. Yaşamın ilk 5 yılı boyunca meydana gelen ülserlerin en önemli kısmını stres ülserleri oluşturur. Yazımızda akut gastroenteriz bulguları ile yatırılarak stres ülseri tanısı alan I olgunun klinik ve laboratuvar bulguları tartışılmıştır. 
      Anahtar kelimeler: Akut gastroenterit, stres ülseri

 

Bir Olgu Nedeniyle Renal Ven Trombozu (RVT), 10(3): 166-168, 2004
Abdülkadir ARSLAN, Hakan GEMİCİ, Hüseyin ALDEMİR, Cengiz YAVUZ
ÖZET
           15 günlük erkek term bebek emmeme, ishal, kusma, kanlı idrar yapma şikayetleri ile hastanemize yatırıldı. Hastaya bilateral palpabl renal kitle, hematüri, trambositopeni, pozitif CRP, >0.2 band/netrofil oranı, akut böbrek yetmezliği ve renal ultrasonografi bulguları ile RVT ve sepsis tanıları kondu. Destek ve antibiotik tedavisiyle hasta iki hafta sonra taburcu edildi. Bu yayınla halen ayaktan takipteki bu RVT olgusunun özellikleri tartışılmıştır. 
      Anahtar kelimeler: Renal ven trombozu, yenidoğan, sepsis

 

Akut Glomerulonefritli 33 Olgunun Retrospektif Analizi, 10(3): 169-172, 2004
Hüseyin ALDEMİR, H. Haldun EMİROĞLU, Mikdat YILDIZ, Metin TRABZON, İbrahim YÖNDER, Cengiz YAVUZ
ÖZET
        Gelişmekte olan ülkelerde akut post-streptokoksik glomerulonefrit çocukluk çağı glomerulonefritlerinin sık rastlanılan bir formudur. Hastalık ani başlayan hematüri, ödem, hipertansiyon ve böbrek yetmezliği ile seyreden akut nefritik sendromun klasik bir örneğidir. Çocukların çoğunda kendiliğinden ve tamamen düzelir. Bu çalışmada 1993-1995 yılları arasında kliniğimize akut glomerulonefrit tanısıyla kabul edilen 33 hastanın başvuru semptomları klinik özellikleri laboratuvar sonuçlarına ilişkin bilgiler retrospektif olarak değerlendirilmiştir. 
      Anahtar kelimeler: Akut glomerulonefrit, çocukluk çağı

 

Yenidoğan Sepsisinde IgG'den Zenginleştirilmiş İntravenöz Immunglobulin Tedavisi Sonuçları, 10(3): 173-176, 2004
Hüseyin ALDEMİR, Y. Ziya ODABAŞI, Mikdat YILDIZ, Metin TRABZON, Aydın KÜÇÜK, H. Haldun EMİROĞLU
ÖZET
            Tanınması ve tedavisinin gecikmesi durumunda prognozu iyi olmayan neonatal sepsisin tedavisine son yıllarda yeni bir uygulama olarak giren intravenöz immunglobulin (IVIG) uygulamasının etkinliğini değerlendirmek için 34 neonatal sepsisli bebeğin 16'sına antibiyotik yanında IVIG, 18 hastaya sadece antibiyotik verilerek bir çalışma yapılmıştır. Sonuçta prognozun IVIG almayan gruba anlamlı olarak değişmediği gözlenmiştir. 
      Anahtar kelimeler: Yenidoğan sepsisi, intravenöz immunglobulin

 

Üriner Sistem İnfeksiyonlarına Tanısal Yaklaşım, 10(3): 177-179, 2004
Hüseyin ALDEMİR, Yusuf Ziya ODABAŞI, Aydın KÜÇÜK, Metin TRABZON, Mikdat YILDIZ, Haldun EMİROĞLU, Abdülkadir ARSLAN
ÖZET
          Üriner sistem infeksiyonlarında anomalilerin varlığı ve infeksiyonların tekrarlaması komplikasyonlara daha sık neden olur. Bu nedenle mortalite ve morbidite açısından erken teşhis önemlidir. Bu amaçla hastalığın teşhisinde görüntüleme metodlarını kullanarak 80 hasta üzerinde çalışıldı. Sonuç olarak hiçbir görüntüleme metodunun tek başına yeterli olmadığı kararına varıldı. 
      Anahtar kelimeler: Üriner sistem infeksiyonları, görüntüleme metodları

 

Yabancı Cisim Aspirasyonu Olgularımıza Retrospektif Bakış, 10(3): 180-184, 2004
Pınar GÖKMİRZA ÖZDEMİR, Hüseyin ALDEMİR, Aysel KIYAK, Çiğdem YILMAZ, Erkan DOĞAN, Arzu YEDİKARDEŞ, Rengin ŞİRANECİ, Mehmet ELİÇEVİK, Hüseyin HATİPOĞLU, Osman PİNÇE, Özden TÜREL
ÖZET
         Çocukluk çağında önemli bir klinik problem teşkil eden yabancı cisim aspirasyonu olgularımızın retrospektif olarak incelenmesi 
      Çalışmamız Ekim 2002-Şubat 2004 tarihleri arasında SSK Bakırköy Doğumevi Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Hastanesi Çocuk İnfeksiyon İmmünoloji ve Allerji Servisi'nde yatan ve yabancı cisim aspirasyonu tanısı bronkoskopiyle doğrulanan 9 hastanın retrospektif analizi ile gerçekleştirildi. Hastalar; yaş, cins, geliş semptomları, semptom süreleri, fizik muayene bulguları, radyoloji bulguları, yatış sırasındaki ön tanıları, yatışlarından bronkoskopiye kadar geçen süre ve toplam yatış süreleri, aspirasyon öyküsü olup olmaması, bronkoskopik bulguları ve komplikasyonlar açısından incelendi. 
      Hastalarımızın 6'sı erkek (% 66.7), 3'ü kızdı (% 33.3). Yaş ortalaması 4.3 yıl olup; 7 hasta (% 77.7) 1-5 yaş arasında idi. Semptomlar sıklık sırasına göre öksürük, nefes darlığı, hemoptizi, balgam, ateş, göğüs ağrısı, hırıltılı solunum olarak sıralanırken, fizik muayene bulgularından solunum seslerinde kabalaşma, ekspiryumda uzama, sibilan raller, azalmış solunum sesleri, krepitan raller ve inspiratuar sitridor dikkatia çekmekteydi. Radyolojik bulgular atelektazi, pnömonik infiltrasyon hiperaerasyon en önemli bulgular olarak saptandı. Hastaların yalnızca 3 tanesinde (% 33.3) yatışı sırasında yabancı cisim aspirasyonu öyküsü mevcut olup; bu ön tanı dışında bronkopnömoni, bronşiolit, tekrarlayan akcğer enfeksiyonu-bronşiektazi, krup, akut astım atağı tanılarıyla hastaneye yatırılmışlardır. Bronkoskopiye kadar geçen süre ortalama 8.8 gün olarak saptanmıştır. Yabancı cisimler en sık (6 hastada, % 66.6) sağ ana bronştan çıkarılmış; fıstık, çekirdek ve fındık en çok rastlanan yabancı cisim olarak saptanmıştır. Hastalarımızın 1 tanesi haricinde bronkoskopiye bağlı ciddi komplikasyon gözlenmemiş ve hiçbir hastada olay mortalite ile sonuçlanmamıştır. 
      Yabancı cisim aspirasyonu tanısında en önemli nokta şüphelenmek olup; belirgin aspirasyon öyküsünün olmaması veya negatif radyolojik bulgular tipik semptom ve/veya klinik bulguları olan hastada bronkoskopi gereğini ortadan kaldırmaz. 
      Anahtar kelimeler: Yabancı cisim aspirasyonu, bronkoskopi

2019

2018

2017

2016

2015

2014

2013

2012

2011

2010

2009

2006

2005

2004

Logos Tıp Yayıncılığı
Yildiz Posta Cad. Sinan Apt. No:36
D.63-64 Gayrettepe 34349 Istanbul
 
Fax :
(212) 288 0541
(212) 288 5022
(212) 211 6185
  E-mail
[email protected]
  Google Maps için tıklayın