Okmeydanı Tıp Dergisi Sayı-4 2017

    
ARAŞTIRMA
1.
Velofaringeal yetmezlik nedeniyle faringeal flep cerrahisi geçirmiş hastalara uygulanan flep ayrılması sonrasında konuşma sonuçları etkilenmekte midir?
Does division of pharyngeal flap operated for correction of velopharyngeal insufficiency affects speech results?
doi: 10.5222/otd.2017.1098 Sayfalar: 181-187
Mert Çalış, Gökhan Sert, Mehtap Öztürk, Rıza Önder Günaydın, Maviş Emel Kulak Kayıkçı, Figen Özgür  

GİRİŞ ve AMAÇ: Yarık damak onarımına ikincil velofaringeal yetmezlik gelişen hastalarda günümüzde en sık başvurulan cerrahi tedavi faringeal flep prosedürüdür. Bu çalışmanın amacı gelişen obstrüktif sorunlarla faringeal flep ayrılması gereken hastaların preoperatif ve postoperatif konuşma sonuçlarının karşılaştırılarak flep ayrılmasının elde edilen konuşma kazanımlarını ne kadar etkilediğini ortaya koymaktır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Damak onarımına ikincil gelişen velofaringeal yetmezlik tedavisi amacıyla superior bazlı faringeal flep cerrahisi ile tedavi edilmiş ancak geç dönemde sebat eden obstrüktif yakınmalar nedeniyle flep ayrılması cerrahisi geçirmiş olan 9 hasta çalışmaya dahil edildi. Konuşma sonuçlarının objektif bulgularla değerlendirilmesi amacıyla postoperatif fiberoptik endoskop ile velofaringeal hareketlilik ve kapanma durumu anatomik olarak değerlendirilirken, nazometre ile foneme spesifik nazalans değerlerinin işlem öncesi ve sonrası değişimi karşılaştırılmıştır.

BULGULAR: Çalışma kapsamında değerlendirilen 9 hastanın 5 i (%55.5) kadın 4 ü (%44.5) erkek idi. Flep ayrılması geçiren kadın hastaların ortalama yaşı 22,25±8,22, erkeklerin ortalama yaşı 15,20±12,89 olarak tespit edilmiştir. Çalışmaya katılan hastaların faringeal flep cerrahisi sonrası flep ayrılmasına kadar geçen sürede ortalama takip süreleri 17,11±4,01 ay olarak belirlenmiştir. Preoperatif ve postoperative nazalans skorları arasındaki farklar değerlendirildiğinde flep ayrılması ile herhangi bir hece grubunun seslendirilmesinde anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir (tüm hece gruplarında p>0.05). 

TARTIŞMA ve SONUÇ: Obstrüktif yakınmalar nedeniyle geç dönemde gerçekleştirilecek faringeal flep ayrılması işlemi konuşma sonuçlarını olumsuz etkilememektedir. Bu konuda ve flep ayrılması ile eş seanslı olarak damak uzatma işlemlerinin gereksinimine yönelik daha geniş hasta serileriyle, ek çalışmalar yapılması önemli katkı sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Konuşma bozuklukları, velofaringeal yetmezlik, yarık damak


2.
Varus Gonartrozunda Medial Açık Kama Osteotomisi Tedavileri ve Uzun Dönem Sonuçları
Medial Open Wedge Osteotomy Treatments in Varus Gonarthrosis and Long Term Results
doi: 10.5222/otd.2017.1097 Sayfalar: 188-193
Ömer Özel, Müjdat Adaş

GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı varus gonartrozu’nun tedavisinde Puddu plak kullanılarak yapılan medial açık kama osteotomilerinin endikasyonları tekniği ve geç dönem sonuçları açısından değerlendirilmesi ve literatür ile kıyaslanmasıdır. 

YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu amaç doğrultusunda 2001 ve 2004 yılları arasında hastanemize diz ağrısı sebebiyle başvuran ve ameliyat edilen 27 hastanın 33 dizi değerlendirildi. Bu çalışmada hastaların 3’ü erkek 24’ü kadın idi. Hastaların şu anki yaş ortalamaları 59.54, vücut kitle indeksleri ortalama 30.58 idi.

BULGULAR: Hastaların ortalama takip süresi 6.7 yıldır. Preoperatif Lysholm skorları ortalama 52.6 idi. Preoperatif femur tibia arası mekanik aks ortalamaları ise 8.30 varus da bulundu. 2009 yılı takiplerinde Lysholm skorları ortalama 70.2 ve femur tibia arası mekanik aks ölçümleri ortalama 1,78 derece varus da ölçülmüştür. Hastaların preop ve son kontrollerindeki lysholm skoru ve femur tibia arası mekanik aks karşılaştırılması, istatiksel olarak anlamlı miktarda düzelme lehine bulunmuştur (p<0.01). Vücut kitle indeksi’nin Lysholm skorlaması ve femur tibia arası mekanik aks arasında anlamlı ilişkisi bulunamamıştır (p>0.05). 

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak medial osteokompartmantal artrozu olan uygun endikasyondaki hastalarda Puddu plak ile yapılan yüksek tibial osteotomi uygulaması kolay, semptomları ve patolojinin ilerleyişini azaltmayı amaçlayan bir tedavi metodudur. 

Anahtar Kelimeler: Puddu plak, medial gonartroz, medial açık kama osteotomisi.


3.
Geç term gebeliklerde doğum indüksiyon başarısını etkileyen faktörler
Factors Affecting Labor Induction in Late-Term Pregnancies
doi: 10.5222/otd.2017.1120 Sayfalar: 194-198
Nuri Peker, Ahmet Demir, Zafer Bütün, Alper Biler, Savas Gündogan

GİRİŞ ve AMAÇ: Kırk bir hafta ve üzeri gebeliklerin yönetiminde doğum indüksiyonu başarısını etkileyen faktörleri retrospektif olarak değerlendirdik.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Gebelik takibi ve doğumu yaptırılan 41 hafta ve üzeri gebelerin gebelik ve doğum kayıtları retrospektif olarak incelendi. 

BULGULAR: Bishop skoru 7 ve üzerinde olan gebelerde indüksiyon sonrası vajinal yolla doğum yapma oranı (%93.1), bishop skoru 7’nin altında olanlardan (%60.7) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p: 0.003; p<0.01). Multipar gebelerde vajinal yolla doğum oranı (%79.7), nullipar gebeliklerden (%57.4) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p: 0.019; p<0.05). Amniyon maisi normal olan gebelerde vajinal yolla doğum yapma oranı (%73.2), oligohidroamniosu olan gebelerden (%43.8) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p: 0.037; p<0.05). Ek olarak amnion maisi normal gebelerde yenidoğan APGAR skorları oligohidroamniosu olan gebelere göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p: 0.008; p<0.01) ve aynı gruptaki yenidoğanlarda yoğun bakım ihtiyacı görülme oranı istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktür (p: 0.028; p<0.05).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Kırk bir hafta ve üzeri gebeliklerde indüksiyon başarısını etkileyen faktörler arasında bishop skoru, parite ve amnion mai miktarı bulunmaktadır. Bishop skoru 7’nin altında olan nullipar ve oligohidroamniyozu olan gebeliklerde fetal distres ve sezaryen ile doğum oranı artış göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Geç term, gebelik, doğum indüksiyon


4.
Psoriasisli Hastaların Klinik ve Sosyodemografik Özelliklerinin Retrospektif Analizi
Retrospective Analysis of Clinical and Sociodemographic Features of Patients with Psoriasis
doi: 10.5222/otd.2017.07769 Sayfalar: 199-205
İlteriş Oğuz Topal, Ecenur Değirmentepe, Kübra Cüre, Utkan Kızıltaç, Nilgün Bahçetepe Hökenek, Emek Kocatürk  

GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada amacımız psoriasisli hastalarda diğer ilişkili hastalıkların yanı sıra hastalık başlangıç yaşı, aile öyküsü, lezyonların dağılımı gibi klinik ve demografik özelliklerinin değerlendirilmesidir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2013- Temmuz 2015 yılları arasında takip edilen 724 psoriasisli hasta çalışmaya dahil edildi. Klinik ve demografik özellikler hastaların kayıtlarından retrospektif olarak elde edildi.Yaş, cinsiyet, klinik tip, lezyonların dağılımı, hastalık başlangıç yaşı, aile öyküsü (1., 2. ve 3. derece), eşlik eden hastalıklar, sistemik ve lokal tedaviler kayıt edildi. Veriler istatistiksel olarak analiz edildi.

BULGULAR: Çalışma 724 psoriasisli hasta içermekteydi. Ortalama yaş 43±16,42 idi. Üç yüz yetmiş sekiz erkek, 346 kadın hasta vardı (erkek/kadın = 1,09: 1). Aile öyküsü hastaların %41,8’inde gözlendi. En sık klinik tip plak psoriasisdi. Psoriasisle ilişkili en sık tetkileyici faktör stres ve infeksiyondu. Psoriatik artropati hastaların %11,6’sında görüldü. Artropati klinik şiddetle koreleydi (p=0,024). Hastaların %51’si (374) eşlik eden bir hastalığa sahipti. En sık eşlik eden hastalıklar hipertansiyon, diyabet ve dislipidemiydi. Hastaların %32,9’u lokal tedavi alıyorken, %67,1’i sistemik tedavi alıyordu.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak sonuçlarımız önceki çalışmalara benzerdi. Günümüzde psoriasis kronik immun-aracılı inflamatuvar bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden psoriasisli hastalar daha detaylı analiz edilmelidir. Bu hastalar değerlendiriliyorken, aile öyküsü ve ko-morbiditeler dahil çeşitli klinik özelliklerin göz önünde bulundurulması ve hastaların takibinin daha dikkatli yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Anahtar Kelimeler: Psoriasis, demografik, artropati, hipertansiyon


5.
Diz osteoartritinde trombositten zengin plazmanın ağrı ve fonksiyon üzerinde etkinliği
Efficiancy on pain and function of thrombocyt rich plasma in knee osteoarthritis
doi: 10.5222/otd.2017.1121 Sayfalar: 206-212
Murat Demiroğlu, Salih Soylemez

GİRİŞ ve AMAÇ: Obezitenin giderek artması ve toplumda ortalama yaşam beklentisinin uzamasına bağlı olarak osteoartrit görülme sıklığı giderek artmaktadır. Son çalışmalarda 60 yaş üzeri toplumda insanların %13 ünde semptomatik osteoartrit(OA) görüldüğü bildirilmiştir. Son 20 yılda bu hastalarda ağrıyı azaltmak ve fonksiyonları koruyabilmek amacıyla minimail invaziv yöntemler kullanılarak uygulanabilen birçok ilaç geliştirilmiştir. Biz bu çalışmamızda Kellgren-Lawrence evrelemesine göre evre 2 ve 3 gonartrozu olan hastalarda trombositten zengin plazma (PRP) enjeksiyonunun ağrı ve diz fonksiyonları üzerine etkilerini incelemeyi amaçladık

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma için PRP enjeksiyonu yapılan 73 hastanın medikal kayıtları retrospektif olarak incelendi. Kayıtları eksik olan veya takiplere gelmeyen 29 hasta çalışmaya dahil edilmedi. Çalışmaya dahil edilme kriterleri; Kellgren-Lawrence evre 2 veya 3 gonartrozu olmak, 50 yaşından büyük olmak, lomber herniasyon kaynaklı ağrısı olmamak ve medikal kayıtlarında değerlendirme formlarının tam olarak bulunmasıydı.

BULGULAR: Değerlendirme sonrasında hastaların 37 (84%) sinde VAS skorlarında iyileşme saptandı(p<0,001). Hastaların 5 (11%) i ağrılarında değişiklik olmadığını tariflerken 2 (5%) si ağrılarının dahada ilerlediğini bildirdi. KSS sonuçları değerlendirildiğinde hastaların 40 (90%) ında iyileşme saptandı(p<0,001). Hastaların 4 (10%) ünde ise değşiklik saptanmadı. Hastaların hiçbirinde KSS skorlarında kötüleşme saptanmadı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak PRP enejksiyonu ile tedavi ucuz, kolay ulaşılabilir ve ağrıyı azaltan bir tedavi yöntemidir. PRP enjeksiyonu ile diz fonksiyonları orta-ileri evre gonartrozu olan hastalarda korunabilir. Kullanılacak enjeksiyon sayısı, sıklığı ve zamanı konusunda net sonuca varmak, kullanılacak trombosit konsantrasyon miktarının net olarak belirlemek adına ilerde daha fazla sayıda katılımcının birlikte çalıştığı, randomize ve karşılaştırmalı çok merkezli çalışmalar yapılmasını önermekteyiz.

Anahtar Kelimeler: Trombositten zengin plazma, PRP, gonartroz, eklem içi enjeksiyon


6.
İntrakranial kitlelerde kontrastlı T1 ağırlıklı spin eko sekansı ve kontrastlı T1 ağırlıklı FLAIR SENSE tekniğinin karşılaştırılması
Comparison of contrast-enhanced T1 weighted FLAIR SENSE and T1 weighted Spin Echo sequence to detect cranial masses
doi: 10.5222/otd.2017.1092 Sayfalar: 213-220
Hülya Kurtul Yıldız, Elif Evrim Ekin, Emel Yılmaz Şahin

GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada beyin lezyonlarının saptanmasında, sınırlarının belirlenmesinde ve artefaktların azaltılmasında kontrastlı T1A FLAİR SENSE tekniği ile kontrastlı T1A SE sekansı karşılaştırılması amaçlanmıştır. 

YÖNTEM ve GEREÇLER: Temmuz 2012 ile Mart 2013 tarihleri arasında, intrakraniyal kitle tanısı ile başvuran 50 hasta kontrastlı T1A FLAİR SENSE ve kontrastlı T1A SE yöntemleri ile incelendi. Bu yöntemler ile lezyon sayısı, lezyon-zemin ve lezyon- beyin omurilik sıvısı (BOS) kontrast gürültü oranı (CNR) ve artefaktların şiddetleri değerlendirildi. Artefakt dereceleri, artefakt yok, hafif ve şiddetli olarak sınıflandırıldı.

BULGULAR: Kontrastlı T1A FLAİR SENSE yöntemi ile 23 fazla lezyon saptandı. Lezyon-zemin ve lezyon-BOS CNR değerleri karşılaştırıldı. Aralarında anlamlı fark saptanmadı (P>0.05). 

TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada kontrastlı T1A FLAİR SENSE tekniğinin beyin lezyonlarının saptanmasında ve artefaktların azaltılmasında rutin incelemelerde yer alabileceği sonucuna varıldı.

Anahtar Kelimeler: İntrakraniyal kitleler, T1 ağırlıklı FLAİR, SENSE, artefakt


7.
Üreter Taşı Nedeniyle Lazer ve Pnömotik Litotriptör Kullanılan Hastalarda Komplikasyonların Modifiye Clavien Sınıflamasına Göre Karşılaştırılması
Comparison of The Using Pneumatic and Laser Lithotripter in Ureterorenoscopy According to the Modified Clavien Classification
doi: 10.5222/otd.2017.33600 Sayfalar: 221-225
Süleyman Sami Çakır, Emre Can Polat

GİRİŞ ve AMAÇ: Pnömotik ve laser litotriptör kullanımının Modifiye Clavien derecelendirmesine göre komplikasyon oranlarına etkisini karşılaştırmak.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2013 – Ekim 2016 tarihleri arasında üreter taşı nedeniyle URS yapılan 228 hastaya ait kayıtlar retrospektif olarak gözden geçirildi. Tüm hastalar operasyon öncesi ayrıntılı bir anamnez formu ile değerlendirildi. Genel dahili muayenesi yapıldı ve sistemik hastalık açısından sorgulandı. Hastalar operasyon öncesinde hemogram, seroloji, kan biyokimyası ve idrar kültürü ile değerlendirildi. 132 hastaya laser, 96 hastaya pnömotik litotripsi uygulandı. Komplikasyonlar Modifiye Clavien sistemine göre karşılaştırıldı.

BULGULAR: Distal üreter taşı olup lazer litotripsi uygulanan 72 hastanın 48’inde; pnömotik litotripsi uygulanan 52 hastanın 36’sınde; proksimal üreter taşı olup laser litotripsi uygulanan 60 hastanın 38’ünde, pnömotik litotripsi uygulanan 44 hastanın 26’sınde hiçbir komplikasyon gelişmedi. İki grup arasında tüm alt derecelendirmeler dahil edildiğinde komplikasyonsuzluk oranı bakımından anlamlı fark saptanmadı (p > 0,05). Alt gruplar incelendiğinde proksimal üreter taşlarında yalnızca derece 3b komplikasyonlar lazer litotriptör kullanılan grupta pnömotik litotriptör kullanılanlara göre anlamlı olarak daha az izlendi (p = 0,03).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Modifiye Clavien derecelendirmesine göre tüm alt gruplar dahil edildiğinde lazer ve pnömotik litotripsi yöntemlerinin komplikasyon oranları açısından birbirlerine üstünlükleri izlenmemiştir.

Anahtar Kelimeler: Üreter taşı, üreterorenoskopi, laser taş kırma, pnömotik taş kırma, modifiye Clavien sınıflaması


8.
Dudak damak yarıklarının prenatal tanısı: Obstetrik ultrasonografinin yarık tipine göre isabet oranının değerlendirilmesi
Prenatal diagnosis of cleft lip and palate: Evaluation of the accuracy of obstetric ultrasonography depending on the cleft type
doi: 10.5222/otd.2017.1093 Sayfalar: 226-231
Mert Çalış, Mahmut Muhsin Yılmaz, Figen Özgür

GİRİŞ ve AMAÇ: Dudak damak yarıklarının prenatal tanısının konuluması, ailenin bu konuda doğum öncesinde bilgilendirilmesi ve psikolojik olarak hazırlanmaları oldukça önemlidir. Bu çalışmanın amacı obstetrik ultrasonografinin dudak damak yarıklarının prenatal tanısındaki isabet oranını değerlendirmek ve bu hastaların taşıdıkları etiyolojik risk faktörlerinin ve demografik özelliklerin gözden geçirilmesidir. 

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 477 primer dudak damak yarıklı hasta dahil edilmiştir. Anket yardımıyla ultrasonografi hikayesi, etiyolojik risk faktörleri ve demografik özellikleri kaydedilmiştir. Obstetrik ultrasonografiye ilişkin; yarığın tespit durumu, tespitin kaçıncı haftada olduğu, görüntülemenin nerede yapıldığı, ultrasonografik görüntülemeyi yapan hekimin uzmanlık alanı kaydedilmiştir. Prenatal ultrasonografik tespit; `başarılı`, `kısmi başarılı` veya `başarısız` olarak değerlendirildi.

BULGULAR: 477 hastanın, 223 tanesi (%46.8) kadın, 254 tanesi (%53.2) erkekti. 229 (%45.6) hastanın sahip olduğu yarık tipi dudak ve damak yarığı iken, izole damak yarığı %33.1, izole dudak yarığı %21.3 olarak tespit edilmiştir. Hastaların maruz kaldıkları başlıca etiyolojik faktörler açısından en yüksek oranda rastlanılan prenatal folik asit kullanımın yetersizliği olarak tespit edilmiştir. %15.1 oranında aile hikayesinin pozitifliği ve %11.8 oranında akraba evliliği saptanmıştır. Hastaların %43.0 oranında devlet hastanesinde, %40.7 oranında özel koşullarda ve %16.4 oranında üniversite hastanelerinde takip edildikleri görülmüştür. En yüksek başarı oranı %51.0 ile izole dudak yarığının tanısında konulurken, çarpıcı olarak en düşük başarı oranı %1.9 ile izole damak yarığının tanısında saptanmıştır. Dudak damak yarıklarının tespitinde istatistiksel olrak anlamlı düzeyde en başarılı sonuç %45.4 oranında başarılı tespit oranlarının gözlendiği özel kliniklerde elde edilmiştir (p<0.001). 

TARTIŞMA ve SONUÇ: Dudak damak yarıklarının tanı, tedavi ve takibinde multidisipliner yaklaşım önemli olup, bu ekibin bir parçası da maternal fetal tıp uzmanı olmalıdır. Bu konuda ileri çalışmalar planlanmalı, dudak damak yarığı gibi doğumsal anomalilerin prenatal tanılarının gerçekleştirilmesinin gerek ailenin psikososyal hazırlığı, gerekse de bebeğin ideal beslenme ve gelişimi için önemli olduğu akılda tutularak, radyolojik görüntüleme modalitelerinde meydana gelecek gelişmeler, bu gibi doğumsal anomalilerin prenatal tanısı amacıyla yaygın olarak kullanılmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Prenatal ultrasonografi, yarık damak, yarık dudak


9.
Sezaryen sırasında beklenmedik plasenta akreatayla karşılaşıldığında uterus korunabilir mi?
Can uterus be conserved in cases which unexpected placenta accreta is encountered during cesarean section ?
doi: 10.5222/otd.2017.1095 Sayfalar: 232-240
Barış Kaya

GİRİŞ ve AMAÇ: Sezeryanda plasenta alınması sırasında farkedilen placenta akreatanın uterus koruyucu yönetimi.

YÖNTEM ve GEREÇLER: 2009-2013 yılları arasında Gaziantep Doğum Hastanesi’nde plasenta akreata tanısı sezaryen sırasında konulan, plasenta elle alındıktan sonra karşılaşılan kanamanın hemostatik sütürlerle, balon tamponadla ve bu yöntemler başarısız olduğunda eklenen internal iliak arter ligasyonu (İİAL) gibi uterus koruyucu yöntemlerle kontrol altına alınmaya çalışıldığı olguların dosyalarının geriye dönük olarak incelenmesi.

BULGULAR: Toplam 18 plasenta akreata vakası plasenta alındıktan sonra uterus koruyucu tekniklerle yönetilmiştir. 10 hastada uterus korunmuştur (%55.5).18 hastanın sekizine (%44.4) ilk önce uterus alt segmente hemostatik sütürler uygulanmışken on (%55.5) tanesinde ilk önce balon tamponad uygulanmıştır. Tek başına balon tamponad veya hemostatik sütürlerle başarı oranı düşükken (%12.5) bu tekniklere İİAL eklendiğinde başarı oranları sırasıyla %50 ve %62.5’e yükselmiştir. Plasenta previa/akreataya bağlı kanamayı durdurmada hemostatik sütür ve balon tamponad tek başlarına veya İİAL ile beraber uygulanan hastalar arasında başarı açısından istatistiksel fark bulunmamıştır (p< 0,005).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Beklenmedik Plasenta akreatanın uterus koruyucu yönetiminde plasenta çıkarıldıktan sonra kanamanın massif olmadığı, hastanın hemodinamisinin uygun olduğu olgularda cerrahi ekip deneyinliyse hemostatik sütür uygulaması veya balon tamponada İİAL eklenerek uterus koruyucu teknikler denenebilir. Ancak bu olguların yaklaşık yarısında yine histerektomi gerekebileceği unutulmamalıdır.

Anahtar Kelimeler: Plasenta akreata, hemostatik sütür, balon tamponad, internal iliak arter ligasyonu


10.
Türk Kadınlarının Gebelikten Korunma Yöntem Tercihleri
Preferences for Contraception Methods in Turkish Women
doi: 10.5222/otd.2017.1094 Sayfalar: 241-246
Güler Bağbozan Ateşer, Esra Güzel, Serdar Kaya, Derya Sivri Aydın, Nazife Şahbaz, Meral Kurt Durmuş

GİRİŞ ve AMAÇ: Türk kadınlarının gebelikten korunma yöntemleriyle ilgili tercihlerini öğrenmek.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Gebe polikliniğimizde takip olan 349 kadın çalışmaya katılmıştır. 26 sorudan oluşan bir anketi çalışmasıdır.
İstatistiksel analiz: SPSS 15.0 for windows kullanıldı. Mann Whitney U ve Chi square testleri ile değerlendirmeler yapıldı. alfa değeri p<0,05 alındı

BULGULAR: Gebelerin yaş ortalamaları 28,4±5,7, ortalama evlilik süresi 5,80+4.98 yıldı. Yöntem kullanma oranı %70,5 di. Kullanılan yöntemler %26,1 geri çekme, %16,3 prezervatif, %14,6 spiral, %11,2 OK ve %2,4 diğer yöntemlerdi. Ortalama kullanım süresi 29,4±36,2 aydı. Gebelikten korunma eylemini % 50.7 oranında eş yükleniyordu. 
%75,1’i çocuk istediği, %3,4’ü korunurken gebe kaldığı, %0,9’uı yan etki nedeniyle kontrasepsiyonu bırakmıştı. %20,6sı bir nedeni olmadan kontrasepsiyondan vazgeçmişti.
Kullanılan yöntemden memnun olma oranı %11.5.
İstenilen çocuk sayısı ortalama 2.44+0.87di. % 60.5 inin bu gebeliğini planlamıştı. %90.5i doğum sonrası bir koruyucu yöntem kullanmaya başlıyacaktı. Yeterli çocuk sayısına ulaşıldığında kadınların %24.1 kalıcı sterilizasyon yöntemi tercih edebileceğini, %10.9 da eşinin bunu gerçekleştirebileceğini ifade etti. 
Modern yöntem kullanan kadınların %53.02 harcama yaparak yönteme ulaşıyordu. Fakat tüm kadınların %88.8 bu hizmete ücretsiz ulaşabilmeyi istiyordu.
Gençler doğum kontrol hapları ve kondomu tercih ederken yaş ilerledikçe RİA daha çok tercih ediliyordu. 20 yaş altındakiler hariç, geri çekme yöntemi tüm yaş gruplarınca başlıca kullanılan yöntemdi. 30-35 yaş arası grupta korunma yöntemi kullanmama oranı %5 düşüyordu.
Yöntem kullanmayan ve geri çekme yöntemi kullanan hastaların sağlık tesislerine başvurma alışkanlıkları düşük oranda, RİA ve doğum kontrol hapı kulanan kadınlarda ise bu oran daha yüksekti (p<0.001).

TARTIŞMA ve SONUÇ: Korunma yöntemlerine kolay ve ücretsiz ulaşmayı sağlayacak bir nüfus planlama hizmeti, modern yöntemlerin daha yüksek oranda kullanılmasını sağlıyabilir

Anahtar Kelimeler: Türk kadınları, gebelikten korunma, geri çekme, doğım kontrol hapları, intrauterin alet, kondom


11.
Postmenapozal Osteoporozlu Hastalarda Zoledronik Asit İnfuzyonunun Olumsuz Etkileri
Adverse effects of zoledronic acid infusion in patients treated for postmenopausal osteoporosis
doi: 10.5222/otd.2017.57625 Sayfalar: 247-252
Ersin Kuyucu 

GİRİŞ ve AMAÇ: Kemik metastazlı kanser hastalarında uygulanan zoledronik asit sonrası renal toksite ve hipokalsemi sık rastlanan olumsuz yan etkilerdir. Postmenapozal osteoporozlu hastalarda ise zoledronik asit infuzyonu ile oluşabilecek bu yan etkiler açısından yetersiz veri mevcuttur. Bu çalışma ile amacımız postmenapozal osteoporozlu hastalarda yıllık zoledronik asit uygulaması sonrası hepatik ve renal fonksiyonları incelemektir. Aynı anda bu ilacın uygulanması ile oluşabilcek biyokimyasal değişiklikleri de saptadık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Postmenapozal osteoporoz tanısı almış ve yıllık zoledronik asit (5 mg ) infüzyonu uygulanan hastaları elektronik medikal kayıtlar üzerinden tarandı. Serumda ki kalsiyum,fosfor, alkalin fosfat, kreatinin, kan üre azotu, alanin ve aspartat transaminazlar bazal değerlere göre değişimi değerlendirildi. yan etki (olumsuz) ile ilgili verilerde elektronik kayıt sistemleri kullanılarak tarandı.

BULGULAR: Klasiyum dışındaki tüm parametreler zoledronik asit uygulamasından önce ve sonra değerlendirildiğinde istatiksel olarak anlamlı değişiklik saptanmadı. Serum kalsiyum seviyesinde istatiksel olarak anlamlı şekilde azalma mevcuttu, uygulama öncesi 9.6±0.6 mg/dl ikne uygulama sonrası 9.4±0.9 mg/dl idi.Zoledronik asit uygulaması sonrası görülebilecek grip benzeri sendrom(6), myalji(4), artralji(4), baş ağrısı(4), kaşıntı(3) gibi yan etkilere rastlandı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Postmenapozal osteoporoz hastalarında kullanılan yıllık zoledronik asit infüzyonu renal ve hepatik yan etki açısından istatiksel olarak anlamsız bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Zoledronik Asit, bifosfanat, böbrek fonksiyonu, karaciğer fonksiyonu, serum kalsiyum


12.
Tip 2 Diyabetik Sıçan Karaciğerinde Ghrelin Tedavisinin Hücre Sağkalımı ve İnflamasyonu Üzerine Etkileri
The Effect of Ghrelin Treatment on Cell Survival and Inflammation in Type 2 Diabetic Rat Liver
doi: 10.5222/otd.2017.1099 Sayfalar: 253-260
Zeynep Mine Coşkun, Alisa Bahar Beydogan, Sema Bolkent

GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı tip 2 diyabet modeli sıçan karaciğerlerinde ghrelin uygulamasının hücre sağkalımı, inflamasyon ve oksidatif stres düzenlenmesi üzerine etkilerinin incelenmesidir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: 21 adet Sprague-Dawley sıçanlar (8-10 haftalık) üç gruba ayrıldı: kontrol, tip-2 diyabet (T2D) ve T2D+Ghrelin (25 μg/kg iki hafta boyunca intraperitoneal (i.p.) olarak enjekte edildi). Tip-2 diyabet %10 fruktoz solüsyonunun iki hafta boyunca içme suyuna katılmasını takiben tek doz i.p. streptozotosin (40 mg/kg) enjekte edilmesi ile oluşturuldu. Kontrol hayvanlara çeşme suyu verildi. Deney sonunda karaciğer doku örnekleri alındı. Glutatyon (GSH), lipid peroksidasyonu (LPO) ve protein karbonil (PCO) seviyeleri karaciğer dokusunda ölçüldü. Matriks metalloproteinaz (MMP-2 ve MMP-9), nuklear faktör kappaB (NF-κB), peroksizom proliferatör-aktive reseptör gama (PPAR-γ), interlökin 6 (IL-6), ve prolifere hücre nukleus antijeni (PCNA) ekspresyonları immunohistokimyasal metod ile belirlendi.

BULGULAR: MMP-2, MMP-9, NF-κB, PPAR-γ ve IL-6 immünpozitif hücre sayısı diyabetik sıçan karaciğerinde kontrole göre arttı. Ghrelin tedavisi diyabetik sıçan karaciğerindeki MMP-2, MMP-9, NF-κB, PPAR-γ ve IL-6 immünpozitif hücre sayılarını önemli derecede azalttı. Fakat ghrelin uygulanan diyabetiklerde PCNA immünpozitif hücre sayısı arttı. Sıçan karaciğerinde ghrelinin tedavi edici etkisi GSH ve LPO parametreleri için anlamlı bulunmadı fakat PCO seviyesi azaldı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımıza göre, ghrelin tedavisi karaciğerdeki diyabetin neden olduğu inflamasyonu önleyebilir. Fakat bu tedavi diyabetik sıçanlarda oksidatif stresi yeterince etkilemedi. 

Anahtar Kelimeler: Ghrelin, inflamasyon, matriks metalloproteinazlar, oksidatif stres, tip-2 diyabet


13.
Beyaz Önlük Hipertansiyonu ve Esansiyel Hipertansiyonda MİR-125a ve MİR-155 Düzeylerin Araştırılması
The Investigation of MiR-125a and MiR-155 Levels in White Coat Hypertension and Essential Hypertension
doi: 10.5222/otd.2017.1109 Sayfalar: 261-264
Hakan Yavuzer, Chayar Ali, Aylia Yeşilova, Mahir Cengiz, Serap Yavuzer, Adnan Levent Yaldıran

GİRİŞ ve AMAÇ: Beyaz önlük hipertansiyonu (BÖH) yüksek kardiyovasküler risk faktörü olup, hastalığın sebebi ve patofizyolojisi iyi bilinmemektedir. Çalışmamızın birinci amacı; hipertansiyon ile epigenetik ve moleküler ilişkisi daha önce gösterilmiş mikroRNAlardan miR-125a ve miR-155’in plazma ekspresyon seviyelerini BÖH, hipertansiyon ve normotansif hasta gruplarında araştırmak ve karşılaştırmaktır. Çalışmamızın ikinci amacı; bu mikroRNA seviyelerinin klinik ve ambulatuvar kan basıncı ölçümleri ile ilişkisini değerlendirmektir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Seçilmiş iki mikroRNA miR-125a ve miR-155 30 seviyesi hipertansif ve 30 BÖH’lü hastalar ile 30 normotansif sağlıklı kontrolde çalışıldı. miR-125a ve miR-155 ’in ekspresyon düzeyleri kantitatif qRT-PCR (reverse transcription-polymerase chain reaction) ile analiz edildi.

BULGULAR: Çalışmaya alınan gruplar arasında miR-125a ve miR-155 ekspresyon seviyeleri karşılaştırıldığında anlamlı farklılık saptanmadı. Tüm gruplar içerisinde miR-125a ile miR-155 (r=0,861, p<0,001) arasında anlamlı pozitif yönde korelasyon saptandı. miR-125a ve miR-155 ile klinik, laboratuvar ve kan basıncı ölçümleri arasında ilişki görülmedi. miR-155 ile bel çevresi arasında anlamlı olarak ters yönde korelasyon saptandı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada hipertansiyon ve BÖH’ün etiyopatogenezine epigenetik yönden araştırmayı amaçladık. Hipertansiyon ve BÖH hastalarının mikroRNA ekspresyon düzeylerinin literatür verileri ile uyumlu olarak tutarlı olduğu ve aynı yönde değişim gösterdiği görülmüştür. Ancak vaka sayısının az olması nedeni ile istatistiksel anlamlı bir ilişki saptamadık. Bu sonuçların ışığında gelecekte mikroRNA’ların hipertansiyon ve BÖH’lü hastaların tanı, tedavi ve takiplerine önemli katkılar sağlayabileceğini ve klinik kullanıma girebileceğini düşünmekteyiz.

Anahtar Kelimeler: Beyaz Önlük Hipertansiyonu, miR-125a, miR-155


14.
Antioksidan Enzim ve Oksidatif Biyobelirteçlerin Psöriasiste Klinik Değeri
Clinical Value of Antioxidant Enzymes and Oxidative Biomarkers in Psoriasis
doi: 10.5222/otd.2017.1100 Sayfalar: 270-280
Hatice Ataş, Fatmanur Hacınecipoğlu, Müzeyyen Gönül, Yasin Öztürk, Mustafa Kavutçu

GİRİŞ ve AMAÇ: Psöriasis patogenezinde oksidatif strese katkıda bulunan klinik risk faktörlerine ek olarak, süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT) ve glutatyon-S-transferaz (GSH-ST) gibi anti-oksidatif enzim aktiviteleri ile malondialdehid (MDA) ve iskemik modifiye albümin (IMA) gibi oksidatif biyobelirteç düzeylerinin incelenmesi ve sağlıklı bireylerle bunların karşılaştırılmasını amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Psöriasisli hastaların (n=31, Erkek/Kadın: 17/14) ve kontrollerin (n=31, Erkek/Kadın: 15/16) demografik özellikleri kaydedildi. SOD, CAT, GSH-ST enzim aktiviteleri, MDA ve IMA düzeyleri Shimadzu UV-1601 spektrofotometre kullanılarak 25 ° C'de absorbansta ki son nokta değişimlerin sürekli olarak izlenmesi ile ölçülerek karşılaştırıldı. Psöriasiste ki klinik özelliklerin, enzim ve oksidan biyobelirteçlerin oksidasyonda ki etkileri regresyon analizi ile değerlendirildi.

BULGULAR: Hastaların ortalama SOD, CAT, GSH-ST enzim aktiviteleri ve MDA ve IMA düzeyleri kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı düzeyde yüksekti (SOD: 2.6±0.6 vs. 1.8±0.6 U/mL, p<0.0001; CAT: 32.9±8.3 vs. 25.1±5.9 IU/mL, p<0.0001; GSH-ST: 3.4±1.1 vs. 2.5±0.6 IU/mL, p=0.002; MDA: 29.3±7.7 vs. 23.6±4.2 nmol/mL, p=0.001; IMA: 0.58±0.03 vs. 0.52±0.02 ΔABSU, p<0.0001). Antioksidan enzim aktiviteleri, oksidatif ürün düzeyleri, PAŞİ skoru ve hastalık süresi arasında pozitif korelasyon vardı. Psöriasiste ki oksidatif stresi göstermede IMA (p<0.0001, OR=3.9) SOD ve MDA etkin belirteçlerdi. Antioksidan sistem üzerine hastalık süresi, PAŞİ skoru, cinsiyet, MDA ve IMA, oksidan sistem üzerine PAŞİ, yaş ve hastalık süresi etkili bağımsız faktörler olarak bulundu. Psöriasiste ki oksidatif stresin belirlenmesinde IMA’nın kapasitesi istatistiksel olarak anlamlı bulundu. (Eğri altında kalan alan[EAA]: 0.96, %95 Güven Aralığı: 0.90-0.99, p<0.0001). 0.55 serum absorbans ünitesi (ΔABSU) olan IMA için duyarlılık, özgüllük, pozitif öngörü ve negatif öngörü değerleri her biri için %94 olup diğer çalışılan biyobelirteç ve enzim aktivitelerinden daha yüksekti.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Oksidatif stres psöriasis patogenezinde etkilidir. Psöriasiste oksidatif stres koşullarında IMA tespit edilebilir ve diğer incelenen belirteçlere kıyasla psöriasiste ki oksidatif stresin biyolojik belirteci olarak büyük bir potansiyele sahiptir. Özellikle uzun hastalık süresi, yüksek PAŞİ skoru, kadın cinsiyet, artmış yaş ve yüksek oksidan ürün düzeyleri gibi durumlarda antioksidan desteğin düşünülmesi faydalı olabilir. 

Anahtar Kelimeler: Psöriasis, oksidatif stres, antioksidan, oksidan, biyobelirteç, kullanılabilirlik

Logos Tıp Yayıncılığı
Yildiz Posta Cad. Sinan Apt. No:36
D.63-64 Gayrettepe 34349 Istanbul
 
Fax :
(212) 288 0541
(212) 288 5022
(212) 211 6185
  E-mail
[email protected]
  Google Maps için tıklayın