DERLEME |
1. |
Hemşirelik Bakış Açısıyla Prematüre Retinopatisi
Rethınopathy Of Prematurıty From The Vıew Of Nursıng
doi: 10.5222/otd.2014.063 Sayfalar: 63-67
Özlem Metreş
Prematüre retinopatisi, prematüre bebeklerin gelişmekte olan retina damarlanmasında patolojik olarak seyreden ve görme kaybına neden olan multifaktöriyel bir hastalıktır. Gelişiminde birçok faktör suçlansa da etkinliği birçok uzman tarafından kabul edilen en önemli iki risk faktörü düşük doğum ağırlığı ve gestasyonel yaştır. Neonatolojideki ilerlemeler doğrultusunda daha düşük doğum ağırlığına ve gestasyonel yaşa sahip prematüre bebeklerin yaşatılır hale gelmesi şiddetli retinopati vakalarındaki artışı da beraberinde getirmektedir. Prematüre retinopatisi günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde güncel tedavi yöntemlerine rağmen çocuklardaki körlüğün en önemli sebepleri arasındadır.
Bu derleme makalesinde amaç; mevcut literatür bilgileri doğrultusunda retinopati gelişiminde etkinliğinden söz edilen risk faktörlerini tanımlamak ve önlenebilir risk faktörlerine yönelik hemşirelik bakımının özelliklerini ve önemini vurgulamaktır.
Anahtar Kelimeler: Prematüre retinopatisi, risk faktörleri, hemşire, hemşirelik bakımı
|
ARAŞTIRMA |
2. |
Genel Anestezi ile Birlikte Uygulanan Epidural Levobupivakain+Morfin ve Levobupivakain+Fentanil Anestezi ve Analjezinin Karşılaştırılması
The Comparison of General Anesthesia Combined with Epidural Levobupivacaine+Morphine and Levobupivacaine+Fenthanyl Anesthesia and Analgesia
doi: 10.5222/otd.2014.068 Sayfalar: 68-77
Mustafa Metin Akkaya, Ülkü Aygen Türkmen, Aysel Altan, Sevgi Kesici, Döndü Genç Moralar, Zekeriya Ervatan, Uğur Kesici
AMAÇ: Bu çalışmada, majör alt batın cerrahisi uygulanan hastalarda genel anestezi ile birlikte uygulanan, epidural levobupivakaine eklenen fentanil ve morfinin, peroperatif ve postoperatif hemodinamik yanıtları, postoperatif ağrı üzerine etkileri ile komplikasyonlarının karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya katılan hastalar kapalı zarf usulü ile randomize edilerek Grup F (Levobupivakain + Fentanil grubu) ve Grup M (Levobupivakain + Morfin grubu) olarak iki gruba ayrıldı. Hastalara L3-4 veya L4-5 aralığından epidural katater yerleştirildikten sonra, Grup F’deki hastalara % 0.5 Levobupivakain + 2 µg.ml-1 Fentanil karışımından, Grup M’deki hastalara da % 0.5 Levobupivakain + 0.1 mg.ml-1 Morfin karışımından 0.1 cc.kg-1 kataterden yükleme dozu olarak verildi. Duyusal blok düzeyi T6 dermatomuna ulaştığında, hastalar propofol, cisatrakuyum ve fentanil indüksiyonu ile uyutuldu. Hava yolu açıklığı Proseal LMA ile sağlandı.
Peroperatif dönemde epidural kataterden Hasta Kontrollü Analjezi (HKA) cihazı ile Grup F’deki hastalara % 0.25 Levobupivakain + 2 µg.ml-1 Fentanil karışımı 5 ml.saat-1, Grup M’deki hastalara % 0.25 Levobupivakain 5 ml.saat-1 ve Morfin 0.1 mg.saat-1 dozunda sürekli infüzyon şeklinde verildi.
Postoperatif dönemde, Grup F’deki hastalara % 0.125 Levobupivakain + 2 µg.ml-1 Fentanil karışımı, Grup M’deki hastalara da % 0.125 Levobupivakain + 0.1 mg.ml-1 Morfin karışımı bazal infüzyon olmaksızın 5 ml bolus ve 20 dk kilit süresi ile Hasta Kontrollü Epidural Analjezi (HKEA) yoluyla uygulandı.
Çalışmada hastaların duyusal, sempatik ve motor blok düzeyleri genel anestezi indüksiyonundan önce sırasıyla pinpirick testi, sıcak-soğuk testi ve Bromage Skalası kullanılarak değerlendirildi. Peroperatif hemodinamik parametreler kaydedildi. Postoperatif Visual Analog Skalası (VSA) değerleri, duyusal ve motor blok dereceleri, toplam ilaç tüketimleri ve yan etkiler kaydedilerek karşılaştırıldı.
BULGULAR: Duyusal bloğun T10’a ulaşma zamanı karşılaştırıldığında Grup M (17.67 ± 4.14 dk.) Grup F’den (14.9 ± 5.98 dk.) daha uzun bulunmuştur. (p=0.037)
Grup F’nin Grup M’ye göre Sempatik blok ve Duyusal blok düzeyleri 5. ve 15.dk.da anlamlı düzeyde yüksek saptanırken, 30.dk da Grup F’de Sempatik blok düzeyi Grup M’ye göre düşük saptanmıştır. Duyusal blok düzeylerinde ise anlamlı fark yoktur. Grup M’nin postoperatif 6.saat Duyusal blok düzeyi Grup F’den yüksektir. (p=0.002)
Grup M’nin Grup F’ye göre Ortalama Arter Basıncı düzeyleri epidural sonrası 30.dk (p=0.021), genel anestezi indüksiyon öncesi (p=0.014) ve indüksiyon sonrası 0.dk. (p=0.011) ve peroperatif dönemde (p=0.036) anlamlı düzeyde yüksektir.
Grup M’nin 24.saat VAS dinlenme skoru, Grup F’den yüksek iken (0.63 ± 0.78; 0.45 ± 1.44; p=0.027) 30 dk., 2.-6.-12.saatler de anlamlı fark yoktur.
Grup M’nin 30.dk. VAS oturma skoru, Grup F’den yüksekliği anlamlıdır.(p=0.027)
Grup F’nin 6.saat (13.18 ± 4.06) ve 12.saat (20.82 ± 7.48) Epidural Bolus sayısı, Grup M’den (10.73 ± 4.03; 17.12 ± 7.01) anlamlı düzeyde yüksektir (p=0.017; p=0.042).
Grup M’de ki olgularda bulantı ve kaşıntı görülme oranı (%84.8; %63.6) Grup F’den (%42.4; %9.1) yüksektir (p=0.001).
SONUÇ: Majör alt batın cerrahisinde genel anesteziye eklenen, epidural Levobupivakain-Fentanil ve Levobupivakain-Morfin anestezisi ve postoperatif HKEA’sinin her ikisinin de analjezik ve hemodinamik etkilerinin benzer olduğu ancak, morfin yerine fentanil kullanımının daha az yan etkiye neden olduğu görüldü.
Anahtar Kelimeler: Alt batın cerrahisi, genel anestezi, epidural anestezi, hasta kontrollü epidural analjezi, fentanil morfin
|
|
3. |
Gonartroz Teşhisinde Rozenberg Grafileri Gerekli midir?
Are Rosenberg Graphics Necessery for the Diagnosis of Ghonarthrosis?
doi: 10.5222/otd.2014.078 Sayfalar: 78-81
Melih Malkoç, İsmail Oltulu, Özgür Korkmaz, Hakan Turan Çift, Ali Şeker, Ahmet Murat Bülbül
AMAÇ: Gonartrozu olan hastalarda eklem aralığını değerlendirmede Rosenberg grafilerinin etkinliğini belirlemek.
YÖNTEMLER: Gonartroz nedeniyle kliniğimiz polikliniğine başvuran 38 hastanın 76 dizinin ayakta basarak direkt grafi ve Rosenberg grafileri çekildi. Her iki görüntüleme yöntemine göre hastaların medial ve lateral eklem aralıkları ölçüldü. Elde edilen sonuçlar T-test ve Mann-Whitney Testleri kullanılarak istatistiksel olarak değerlendirildi
BULGULAR: Ayakta basarak çekilen direkt grafilerde ortalama medial eklem aralığı 7,76 ±1,67(4,25-10,88)mm Rosenberg grafilerinde ortalama medial eklem aralığı 7,3±1,41 (4,5-10,06) mm olarak ölçülmüştür. Ayakta basarak çekilen direkt grafilerde ortalama lateral eklem aralığı 10,47±7,05 (7,85-14,94)mm, Rosenberg grafilerinde ortalama lateral eklem aralığı 10,03±7,77 (6,18-16,82) mm olarak ölçülmüştür. Her iki görüntüleme yöntemi ile eklem aralıkları ölçümlerinin arasında istatistiksel anlamlı bir fark tespit edilmedi.
SONUÇ: Gonartroz ön tanısı ile eklem aralığı radyolojik değerlendirme yapılması planlanan hastalarda ayakta basarak çekilen direkt grafi görüntüleme yeterlidir.
Anahtar Kelimeler: Gonartroz, Rosenberg grafisi, direkt grafi
|
|
4. |
Demir Eksikliği Anemisi ile Helikobakter Pilori Arasındaki İlişki
Relationship Between Iron Deficiency Anemia and Helicobacter Pylori
doi: 10.5222/otd.2014.082 Sayfalar: 82-85
Muhammet Emin Erdem, Semih Keçici, Seydahmet Akın, Ersin Çetin, Salih Kılıç, Sinan Kazan, Mehmet Aliustaoğlu
AMAÇ: Helikobacter Pylori(HP), gram-negatif bir bakteridir. Fonksiyonel dispepsi, peptik ülser ve çeşitli ilişkili hastalıklar dışında gastrik adenokarsinom ve MALT(mukoza ile ilişkili lenfoid doku) lenfomaya neden olabilmektedir. Son yıllarda DEA(demir eksikliği anemisi) ile HP arasındaki ilişkiyi araştıran bazı çalışmalar mevcuttur. Biz de çalışmamızda HP ile DEA arasındaki ilişkiyi araştırdık.
YÖNTEMLER: Çalışmamızda Şubat 2012- Temmuz 2013 tarihleri arasında iç hastalıkları polikliniğinde DEA etiyolojisi için üst gastrointestinal sistem(GİS) endoskopisi yapılan 64 kişi hasta grubu olarak, anemi dışı sebeplerle üst GİS endoskopi yapılan 57 kişi de kontrol grubu olmak üzere toplam 121 hasta çalışmaya alındı. Kontrol grubu anemisi olmayan üst gastrointestinal sistem endoskopisi yapılanlar arasından rastgele seçildi. Hastaların kan sayımları, endoskopik bulguları ve HP pozitifliği incelendi. Bu iki gruptaki hastaların HP pozitiflik oranları kıyaslandı.
BULGULAR: Hastalardaki HP pozitiflik oranı tespit edildi. Anemik grupta 41(%64) hastada HP pozitif iken, 23(%36) hastada negatif idi. Diğer grupta 30(%52) hastada HP pozitif iken, 27(%48) hastada negatif idi (Tablo 1)(p<0,05).
SONUÇ: DEA olan hastalarda, olmayanlara oranla HP pozitiflik oranı daha yüksekti.
Anahtar Kelimeler: Anemi, Demir Eksikliği, Helikobakter Pilori
|
|
5. |
Sindesmotik Yaralanmalarda Distal Tibio-Fibular Eklemdeki Anatomik Değişiklikler: Taze Kadavra Çalışması
The Anatomical Changes in the Distal Tibio-Fibular Joint in Syndesmotic Injuries: A Fresh Cadaveric Study
doi: 10.5222/otd.2014.086 Sayfalar: 86-90
Hülya Gürbüz, Mehmet Kürşad Bayraktar, Müjdat Adaş, Murat Çakar, Ali Çağrı Tekin, Cem Zeki Esenyel
AMAÇ: Bu çalışmada taze ayak bileği kadavra piyeslerinde, sindesmoz ligamanlarının yaralanmalarında oluşan distal tibio-fibular eklem değişiklikleri araştırıldı.
YÖNTEMLER: On adet taze kadavrada yirmi ayak bilek piyesi rastgele iki eşit gruba ayrıldı. Sindesmozu oluşturan bağlar diseke edilip kesilerek ayak bileğindeki değişiklikler anatomik ve radyolojik olarak incelendi. İlk grupta anteriorden başlanarak,ikinci grupta ise posteriordan başlanarak sırası ile sindesmoz ligamanları diseke edildi. Distal tibio-fibular eklemdeki anatomik ayrışma ölçüldü. Bu sırada alınan dinamik skopi görüntüleri ile de radyolojik ölçümler yapıldı.
BULGULAR: Diseksiyonun her aşamasında anatomik olarak eklemde ayrışma saptandı. İki grup arasında anlamlı fark tespit edilmedi. Tek ligaman sağlamken radyolojik olarak belirgin bir değişim saptanmadı. Her iki seride de kesi anterior-posterior tüm katları içerdiğinde distal tibio-fibular ayrışmada belirgin artış görülmekle birlikte radyolojik olarak tibiofibuler açık alanda belirgin artış tespit edildi. Buna rağmen medial açık alan ve talo-krural açı değişimi saptanmadı.
SONUÇ: Sindesmoz ligamanlarından sadece bir tanesi kesildiğinde bile distal tibio fibuler eklem anatomisi laterale ayrışma şeklinde bozulmaktadır. Direkt grafi ile kısmi yaralanmalar saptanamadığından dolayı klinik şüphe varlığında MRG gibi radyolojik ilave tanı yöntemlerine başvurmak gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Ayak bileği yaralanmaları, Kadavra, Lateral ligaman, Sindesmoz
|
|
6. |
Serebral Palsili Hastalarda Hareket Düzeyinin Kemik Mineral Dansitesi Üzerine Etkisi
The Effects of Mobility on Bone Mineral Density in Cerebral Palsy
doi: 10.5222/otd.2014.091 Sayfalar: 91-95
İhsan Kafadar, İlknur Çağlar, Koray Yalçın
AMAÇ: Serebral palsi (SP), gelişmekte olan santral sinir sisteminin çeşitli nedenlerle etkilenmesi ve gelişiminin bozulmasından kaynaklanan; çocukluk çağının en sık görülen motor kısıtlılık formudur. Serebral palsili hastalarda, yaşam koşullarını en çok etkileyen, hasta bakımı ve tedavisini zorlaştıran durum spontan veya minimal travma sonucu oluşan kemik kırıklarıdır ve prevelansının %5-60 oranında olduğu bildirilmektedir. Azalmış kemik mineral dansitesi (KMD) kemik kırıklarının başlıca sebebidir,
YÖNTEMLER: Bu çalışmada hastanemiz Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Nörolojisi Polikliniği’nden takipli serebral palsili çocukların KMD ölçümlerini geriye dönük olarak incelenerek elde edilen sonuçlarla hareket durumu ile KMD arasındaki ilişki değerlendirmeyi amaçladık.
BULGULAR: Çalışmamızdaki mevcut sonuçlar serebral palsili hastalarda kırık riskini arttıran KMD düşüklüğü ile hareket düzeyi arasında çok önemli bir ilişki olduğunu göstermektedir.
SONUÇ: Bu nedenle serebral palsili hastaların hareketliliği mümkün olan en yoğun biçimde desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Kemik kırığı, serebral palsy, minimal travma
|
|
7. |
Nörofibromatozis Tip 1 Hastalarında Serebral Mikrostrüktürel Değişikliklerde Diffüzyon Manyetik Rezonansın Yeri
The Role of Diffusion MR Imaging in Detecting Cerebral Microstructural Changes: Initial Findings in Pediatric Patients with Neurofibromatosis Type 1
doi: 10.5222/otd.2014.096 Sayfalar: 90-100
Sema Aksoy, Elif Hocaoğlu, Ercan İnci, Gülseren Yirik, Serap Doğan, Sibel Bayramoğlu, Tan Cimilli, İrem Erdil
AMAÇ: Nörofibromatozis tip 1’deki beyin lezyonları, optik gliomlar, serebral astrositomlar ve T2 ağırlıklı manyetik rezonans (MR) sekanslarında fokal hiperintens lezyonlardır (1). Difüzyon ağırlıklı MR görüntüleri ak madde anormalliklerini tespit etmede kullanılır. Bizim bu çalışmadaki amacımız NF-1 tanısı almış çocuklarda normal görünen beyin parankiminde, görünen difüzyon katsayısı (ADC) ile kontrol grubundaki aynı yaşta bilinen bir hastalığı olmayan çocukların ADC değerlerini karşılaştırmaktır.
YÖNTEMLER: Nörofibromatozis tip 1 tanısı almış 3-15 yaş arası 10 çocuk hasta ve 10 kontrol olgu değerlendirildi. MR tekniği rutin sekanslar ve difüzyon ağırlıklı sekanslardan oluşturuldu. Frontal, parieto-ooksipital beyaz cevher, bazal ganglionlar, talamus, korpus kallozum ve beyin sapı yapıları ADC haritalamasında altı bölge olarak incelendi. ADC değerleri ROI kullanarak yapıldı.
BULGULAR: Olgu grubunun beyin sapı ve talamus ADC ortalaması, kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05).
SONUÇ: Difüzyon MR, konvansiyonel MR sekanslarında normal görünen alanlarda bile, NF-1 hastalarında mikrostrüktürel anomalileri tanımaya yardımcı olur. Bu durum NF-1 hastalığının tanı ve takibinde faydalı olabilir.
Anahtar Kelimeler: Nörofibromatozis tip 1, ADC, MR, difüzyon, beyaz cevher
|
OLGU SUNUMU |
8. |
Yutulan İğnenin Karın İçindeki Hareketi: Olgu Sunumu
The motion in the abdomen of the swallowed needle: Case Report
doi: 0.5222/otd.2014.101 Sayfalar: 101-104
Refik Bademci, Özlem Öndeş Bayar, Sezgin Zeren, Erman Sobutay, Arzu Akan, Giray Yavuz, Yavuz Eryavuz
Yabancı cisim yutulması dünyanın her yerinde yaygın olarak hastanelere başvuru sebepleri arasındadır. Çocuklarda erişkinlere göre daha sık olarak rastlanmaktadır. 4 ay - 4 yaş arasındaki çocuklarda sık rastlanmaktadır. Yetişkinlerde ise genellikle mental ya da psikiyatrik bozukluklar varlığında görülür.
Yabancı cisim yutmalarını insidans ve demografik özellikleri açısından ülkemizde yapılmış herhangi bir istatistiki çalışma olmamasına karşın hastanelerimize başvuran vakaların sayısı dikkati çekecek derecede fazladır. Ülkemizde bu sayının artmasında önemli bir nedeni de türban giyen kadınların eşarplarını tutturmak için kullandıkları toplu iğneleri istemeden yutmalarıdır. En sık yutulan yabancı cisimler arasında metalik para, oyuncak parçaları, saat pilleri, iğne, balık kılçığı ve tavuk kemikleri ilk sırada yer almaktadır.
Olgu sunumumuzdaki amacımız yabancı cisim yutulmasının hastalarda komplikasyonlara yol açabileceği bu sebeple yabancı cisim yutan hastalara daha dikkatli yaklaşılması gerektiğini vurgulamak istedik.
Anahtar Kelimeler: Mental, iğne, yabancı cisim
|
|
9. |
Nevüs Zemininde Gelişen Regresyon Bulguları Olan Malign Melanom: Olgu Sunumu
Regression of Malignant Melanoma which Occured in the Basis of a Nevus: Case Report
doi: 10.5222/otd.2014.105 Sayfalar: 105-107
Şenay Erdoğan, Çağlar Çakır, Enver Yarıkkaya, İlknur Mansuroğlu, Deniz Özcan
Malign melenomda spontan regresyon (radial büyüme fazında) sıktır ve kötü prognozla ilişkili olduğu bilinmektedir. Klinik bulgu olmadan da regresyon görülebilir. Komplet regresyonda melanom hücreleri epidermisden de kaybolur ancak kısmi regresyonda epidermiste melanom hücreleri bulunabilir. Olgumuzda nevüs zemininden gelişmiş regresyon bulguları içeren malign melanom olgusu sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Malign melanom, regresyon, nevüs
|
|
10. |
Primer Üreter Karsinomu: Olgu Sunumu
Primary Ureteral Carcinoma: Case Report
doi: 10.5222/otd.2014.108 Sayfalar: 108-111
Levent Verim, Alpaslan Akbaş
Üst Üriner Sistem Ürotelyal Hücre Tümörleri(ÜÜS-ÜHT), Alt Üriner Sistem Ürotelyal Hücre Tümörleri(AÜS-ÜHT)’ne göre nadir görülen urlardır. Primer Üreter Tümörleri (PÜT) ise daha da nadir görülen ürotelyal urlardır. AÜÜ-ÜHT’leri (özellikle mesane tümörleri) dünyada 4’ncü sıklıkta görülen kanserlerdir. PÜT ise çok nadir olup ÜÜS-EHT’lerin yaklaşık % 1’i kadardır. PÜT tanısı genellikle nonfonksiyone böbrek etyopatogenezinin araştırılmasında insidental olarak konulmaktadır. Bu yazıda,primer tümörün olağandışı yerleşim yeri, büyük bir tümör olmasına rağmen invazyon yapmamış olması ve göreceli olarak genç yaşta görülmesi nedenleriyle nadir ve ilginç olan bir olgu sunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Noninvaziv, obstruksiyon, primer tümör, proksimal üreter
|
|
11. |
Multipl Biliyer Hamartom: Görüntüleme Bulguları
Multiple Biliary Hamartomas: Imaging Findings
doi: 10.5222/otd.2014.112 Sayfalar: 112-116
Semra Duran, Sıdıka Çıray Yiğit, Mehtap Çavuşoğlu
Multipl biliyer hamartom veya von Meyenburg kompleksi intrahepatik safra duktuslarının nadir görülen benign malformasyonudur. Tipik olarak semptom oluşturmazlar veya karaciğer fonksiyon testlerini bozmazlar ve çoğunlukla rastlantısal olarak tanı alırlar. Bununla birlikte nadir olarak malign transformasyon gösterirler. Biz 78 yaşında biliyer hamartom tanısı alan olguyu görüntüleme bulguları eşliğinde sunmayı amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Biliyer hamartom, US, BT, MRG, MRKP
|
|
12. |
Çocukluk Çağında Nadir Görülen Bir Karın Ağrısı Nedeni: Akut Pankreatit
A Rare Cause of Abdominal Pain in Childhood: Acute Pancreatitis
doi: 10.5222/otd.2014.117 Sayfalar: 117-119
İhsan Kafadar, Seda Ocak, Emel Aytaç
Çocukluk çağında karın ağrısı çok sık karşılaşılan şikayetlerden biri olup etyolojisinde bir çok hastalık neden ayırıcı tanıda düşünülmektedir. Akut pankreatit de gerek erişkinde gerekse çocukluk çağında önemli akut karın ağrısı nedenlerinden biridir. Ancak çocukluk çağında görülme sıklığının diğer nedenlere göre göreceli olarak daha az olması nedeniyle önemli bir mortalite nedeni olabilecek olan akut pankreatit ayırıcı tanıda geri planda yer alabilmektedir. Akut karın ağrısı nedeniyle farklı sağlık kuruluşlarında farklı tanılar düşünülen ve akut pankreatit tanısı alan olgu, çocukluk çağında akut pankreatit kliniğine ve tanısına vurgu yapmak amacı ile sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Karın ağrısı, pankreatit
|
|