İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi 2018 Sayı-1

    
DERLEME
1.

Evrensel Kan Ürünleri
Universal Blood Products
doi: 10.5222/iksst.2018.001 Sayfalar:1-6
Berksan Şimşek, İsmail Yaşar Avcı  

Kan, geçmişte dönemin önde gelenleri tarafından kendilerine gençlik verdiği, ömürlerini uzattığı düşünülen günümüzde ise toplumların kitlesel olarak etkilendiği savaşlar, doğal afetler gibi durumlarla birlikte ameliyatlar ve kronik hastalıklarda ihtiyaç duyulan ve tek kaynağı insan olan bir sıvıdır. ABO kan grup antijenleri ve antikorlarının tanımlanması ile kan transfüzyonunda temel kurallar ortaya konulmuştur. Bu bilgiler ışığında özellikle ABO uyumsuz transfüzyonların önlenmesi ve yoğun transfüzyon gerektiren durumlarda ikmal kaynaklı uygulamaların kolaylaştırılması için araştırmacılar evrensel kan ürünleri geliştirme çabalarına girişmişlerdir. Klasik anlamda evrensel kan ürünü denildiğinde O grubu Rh(D) negatif eritrositler ile AB grubu plazma anlaşılmakta ve bu ürünler sınırlı sayıdaki bağışçıdan sağlanabilmektedir. Evrensel kan ürünleri kavramı her grup bağışçıdan alınan kanların antijen ve antikorlarının ortadan kaldırılması veya maskelenmesi ya da antijen taşımayan kan ürünlerinin laboratuvar ortamında üretilmesini ifade etmektedir. Bu kapsamda evrensel eritrosit süspansiyonları, evrensel plazma, evrensel trombosit süspansiyonları ve oksijen taşıyıcılar üzerine çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Bu tarzda ürünlerin üretilmesinin transfüzyon yolu ile enfeksiyon etkenlerinin bulaştırılmasının önlenmesine de çok önemli katkıları olacaktır. Gelecek dönemde hedeflenen evrensel kan ürünlerinin kullanımı olmakla birlikte bu ürünlerin geliştirilmesinde karşılaşılan mali ve teknik sorunlar bu ürünlerin kullanımının yaygınlaşmasının belirli bir süre alacağını göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Evrensel kan ürünü, evrensel eritrosit, evrensel plazma, evrensel trombosit, oksijen taşıyıcı


ARAŞTIRMA
2.

Yoğun Bakım Ünitesindeki Bonzai Zehirlenme Olgularının Retrospektif Analizi
Retrospective Analysis of Patients Bonzai Toxicity in İntensive Care Unit
doi: 10.5222/iksst.2018.007 Sayfalar:7-11
Sezen Kumaş Solak, Aslı Yılmaz Vural, Serdar Demirgan, Pınar Ceylan, Ömer Karaca, Çiğdem Atan, Mustafa Ferhat Çolak, Emine Yurdakul Ertürk, Sevgi Kazi 

GİRİŞ ve AMAÇ: Türkiye'de ''Bonzai'' ya da ''Jamaika'' olarak adlandırılan sentetik kannabinoidler( SK ) ile zehirlenme olguları, yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) takip ve tedavi gerektiren bir sorundur. Bu çalışmada YBÜ’deki SK zehirlenmesi olgularının klinik seyir ve sonuçlarını tartışmayı amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: 2014-2017 yılları arasında Ordu Devlet Hastanesi Reanimasyon Yoğun Bakım Ünitesi’nde takip ve tedavi edilen 19 hastanın (16 bay,3 bayan) dosyaları retrospektif olarak tarandı.

BULGULAR: SK kullandıkları kendisi,yakınları ya da görgü tanıkları tarafından doğrulanan hastaların ortalama yaşı 20.1 ve çoğu erkekti. Hastalarda en sık rastlanan bulgular huzursuzluk,saldırganlık, taşıkardi, lökositoz, karaciğer fonksiyon testlerinde yükseklik olarak saptandı. Ayrıca işitsel-görsel halusinasyon, bilinç bulanıklığı, koma hali görüldü. 18 hasta taburcu olurken 1 hasta ex oldu 

TARTIŞMA ve SONUÇ: SK intoksikasyonunun spesifik tedavisi yoktur, tedavi semptomatiktir ve gelişen komplikasyona yöneliktir. Günümüzde uyuşturucu madde ticaretinde artan çeşitlilik, psikoaktif etkili yeni maddelerin piyasada artışına neden olmuştur. Acil servise Intoksikasyon bulgularıyla getirilen uyuşturucu paneli negatif çıkan hastalarda, SK kullanımı şüphesi ayırıcı tanıda düşünülmeli ve semptomatik tedaviye erken başlanmalıdır. 

Anahtar Kelimeler: Yoğun Bakım Ünitesi, Bonzai, Sentetik Kannabinoid


3.

Fetal anomali nedeniyle ileri gebelik haftalarında yapılan terminasyonlar: 229 olgunun değerlendirilmesi
Late termination of pregnancy due to fetal abnormalities: An analysis of 229 cases
doi: 10.5222/iksst.2018.023 Sayfalar:12-17
Ahmet Tayyar, Deniz Kanber Acar, Uğur Turhan, Zeynep Gedik Özköse, Ali Ekiz, Alper Gezdirici, Elif Yılmaz Güleç, İbrahim Polat
  
GİRİŞ ve AMAÇ: Fetal anomali nedeniyle geç terminasyon uygulanan gebeliklerde endikasyonları incelemek. 

YÖNTEM ve GEREÇLER: 1/2015 ve 9/2017 tarihleri arasında fetal anomali nedeniyle terminasyon yapılan tekil gebelikler retrospektif olarak incelendi. Geç terminasyon (≥23. gebelik haftası sonrası) nedenleri ayrıntılı olarak değerlendirildi. 

BULGULAR: Merkezimizde 1/2015 ve 9/2017 tarihleri arasında fetal anomali nedeniyle yapılan 714 gebelik terminasyonun 229’u (%32.1) 23. gebelik haftasından sonra uygulandı. Ortalama terminasyon haftası 27.03± 3.24’tü. Terminasyonların büyük bir kısmı (% 77.7) yapısal anomaliler nedeniyle uygulandı ve bunların %45.4’ ünü merkezi sinir sistemi anomalileri oluşturdu. Genetik nedenli terminasyonlar içerisinde ise kromozom hastalıkları, geç terminasyonların %19.2’unda saptandı. Omfalosel ve gastroşizis gibi izole abdominal duvar anomalileri, gastrointestinal sistem anomalileri, yüz ve boyun anomalilerine bağlı geç terminasyon olgusu izlenmedi.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Merkezimizde uygulana geç terminasyonların en sık nedenini yapısal anomaliler oluşturmaktadır. Daha etkili prenatal tarama ile geç dönemde uygulanan gebelik terminasyonların bir kısmı azaltılabilir.

Anahtar Kelimeler: Gebelik terminasyonu, fetal anomali, koromozom anomalisi, ultrason, prenatal tarama


4.

Vitiligoda anti-oksidan tiyol/ disülfit homeostazının rolü: yeni bir inflamatuar belirteç
Thiol/disulfide homeostasis as a novel inflammatory marker in vitiligo
doi: 10.5222/iksst.2018.012 Sayfalar:18-24
Pelin Üstüner  

GİRİŞ ve AMAÇ: Tiyol ve disülfit seviyeleri total oksidan durumun bir belirteci olarak inflamatuar hastalıklarda arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada vitiligolu hastalarda tiyol ve disülfit kan seviyelerinin ya da tiyol/disülfit oranlarının artışını araştırmak ve yeni prognostik inflamatuar belirteç olarak kullanılabilirliğini belirlemeyi amaçladık. 

YÖNTEM ve GEREÇLER: Klinik olarak tanısı doğrulanmış 30 vitiligo hastasındaki ve 30 sağlıklı kontrol grubunda natif tiyol, total tiyol ve disülfit kan seviyeleri araştırıldı. Natif/total tiyol, disülfit/natif tiyol ve disülfit/total tiyol oranları iki grup arasında karşılaştırıldı. Vitiligolu hastalarda bu ölçümler ve Vitiligo Alan ve Şiddet İndeks değerleri arasındaki korelasyon da incelendi.

BULGULAR: Vitiligolu hastalarda kontrol grubuna oranla total tiyol seviyesi istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, çarpıcı oranda (p=0.085), disülfit seviyeleri ise anlamlı oranda daha yüksek idi (p=0.047) ancak, natif tiyol seviyeleri benzer idi. Ayrıca disülfit/natif tiyol (p=0.049; p<0.05); ve disülfit/total tiyol (p=0.049) oranları da vitiligolu hastalarda kontrol grubuna oranla daha yüksek olarak saptandı. Vitiligo Alan ve Şiddet İndeks değerleri ile total tiyol (p=0.017) ve disülfit (p=0.042) seviyeleri arasında anlamlı korelasyon saptandı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Oksidatif stres ve doku inflamasyonunun bir sonucu olarak vitiligoda tiyol/disülfit dengesizliğini gösteren kan disülfit seviyelerindeki ve disülfit/natif tiyol, disülfit/total tiyol oranlarındaki artış anlamlı idi. Ayrıca disülfit ve total tiyol seviyeleri vitiligo şiddeti ile kesin pozitif bir korelasyon göstermekteydi. 

Anahtar Kelimeler: Homeostaz, oksidatif stres, peroksiredoksinler, sülfidril bileşikleri, vitiligo


5.

Sezaryende Tek ve ya Çift Kat Kapatma Tekniklerinin Uterin Skar Oluşumuna Etkisi
The Effect of Single-Layer or Double-Layer Closure of the Uterine Incision at Cesarean Section on Uterine Scar Formation
doi: 10.5222/iksst.2018.029 Sayfalar:25-31
Firdevs Şekerci Baran, Muhittin Eftal Avcı, Ahmet Yiğit Çakıroğlu, Aydın Çorakçı 

GİRİŞ ve AMAÇ: Sezaryen kesi yerine uygulanan tek ve çift katmanlı sütür teknikleri sonrası postpartum 48.saat ve 6. ayda skar kalınlıklarının karşılaştırılması ve sonraki gebeliklerde uterus rüptürü, skar yeri gebeliği, plasenta anomalileri, infertilite, postmenstrual damlama tarzı kanama gibi oluşacak komplikasyonlara ışık tutması amaçlanmıştır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastalarımız Grup 1 (n=27) tek katmanlı ve Grup 2 (n=46) çift katmanlı sütür atılanlar olarak 2 gruba ayrılmıştır. Hastaların özellikleri 4 ana grupta (sosyodemografik, antepartum, intrapartum ve postpartum 48 saat-6.ay olarak) incelenmiştir. Postpartum dönemde 48. saat ve 6. ayda yapılan transvajinal ultrason bulguları dikkate alınmıştır. 2. günde USG’de dikkat edilen parametreler; skar kalınlığı ve skar boyu, myometrial kalınlık, skar ekojenitesi, vaskülarizasyonu ve devamlılığıdır. 180.günde ise skar kalınlığı, skar boyu, myometrial kalınlık, skar ekojenitesi, vaskülarizasyonu, devamlılığı, servikal uzunluk, uterus boyutu, niş varlığı, sağ ve sol uterin arter PI değerleridir. Ayrıca postpartum dönemde demir takviyesinin olup olmadığı, steroid ve NSAİİ ve multivitamin kullanımı sorgulanmıştır. 

BULGULAR: Her iki gruptaki yaş, gravida, parite, abortus, eğitim durumu, BMI, güneşe maruziyet süresi benzer bulunmuştur. Sigara kullanımı, anemi varlığı, demir ve multivitamin takviyesinin, D vitamini düzeyi, gebelikte var olan hastalıklar gibi çeşitli değişkenlerin 6. ay skar kalınlığına etkisi olmadığı gözlenmiştir (p>0,05)(Şekil 2). Grup 2’de skar kalınlığını 48. saatte 7,5±2,2 olarak, 6. ayda ise 6,9±2,0 olarak ölçtük. Grup 1’de eş zamanlarda sırasıyla 5,4±1,5 ve 8,1±1,5 olarak ölçtük (p<0,05). 

TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, sezaryen sonrası skar kalınlığının cerrahi tekniklere göre değişebileceğini göstermektedir. Alt uterin sezaryen kesi yerine atılan çift kat sütür tekniğinde en doğru kontrol zamanı olarak doğrulanan ve transvajinal ultrason ile yapılan 6.ay skar kalınlığının daha ince olduğu bu çalışmada doğrulanmıştır. 

Anahtar Kelimeler: Sezaryen, skar, tek kat sütür, çift kat sütür


6.

Adneksiyal Kitlelere Klinik Yaklaşımda Kliniğimizin Deneyimi ve Patolojik Bulgular
The experience of our clinic in clinical approach to the adnexal masses and pathological findings
doi: 10.5222/iksst.2018.019 Sayfalar:32-35
Hacer Uyanıkoğlu, Sibel Sak, Ahmet Berkiz Turp, Adnan Incebıyık, Neşe Hilali, Muhammet Erdal Sak 

GİRİŞ ve AMAÇ: Kliniğimizdeki benign adneksiyal kitlelere yaklaşımın retrospektif olarak incelenmesi.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2015 - Eylül 2016 tarihleri arasında, jinekoloji servisimize adneksiyal kitle nedeniyle yatırılan 125 hasta retrospektif olarak incelendi. Pre-op tetkiklerinde [ultrasonografi (USG), tümör belirteçleri ve pelvik muayene] malignite şüphesi dışlanan 91 (% 72,8) hastaya operasyon uygulanmıştı. Bu hastaların demografik özellikleri, operasyon şekilleri, komplikasyonları, hastanede kalış süreleri ve histopatoloji sonuçları değerlendirildi.

BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 33,2 ± 13,1 yıl, gravida ortalaması 3,1 ± 3,1, parite ortalaması 2,7 ± 2,3 ve hastanede kalış süreleri ortalama 3,5 ± 2,5 gün idi. Ortalama serum CA-125 düzeyi 29,1 ± 4,6 U/mL idi. Hastaların en sık başvuru nedenleri; pelvik ağrı (% 80,8), rutin kontrol (% 12,8), vajinal kanama (% 4) ve infertilite (% 2,4) olarak bulundu. En sık 5-10 cm boyutunda (% 46,4) ve sağ adnekste yerleşik (% 51,2) kist izlendi. Adneksiyal kitle nedeniyle 30 hastaya (% 32) laparoskopi (LS), 61 hastaya (% 68) laparotomi uygulanmıştı. Opere olan hastaların 55’ine (% 60,4) kistektomi, 24’üne (% 26,4) salpingo-ooferektomi, 6’sına (% 6,6) histerektomi + bilateral salpingooferektomi ve 5’ine paratubal kist eksizyonu (% 5,5) uygulanmıştı. Hiç bir hastada kesin histopatoloji sonucunda maligniteye rastlanmadı. Materyallerin histopatoloji sonuçlarında; en sık basit over kisti (% 33) daha sonra sırasıyla matür kistik teratom (% 18,7), endometrioma (% 16,5), ve hemorajik kist (% 12,6) saptandı. 

TARTIŞMA ve SONUÇ: Kliniğimizde adneksiyal kitle tanısı alan hastalarda LS veya laparotomi ile tedavi planlanmasında benign-malign ayırımının yapılması, gebelik durumu, hastanın yaşı ve geçirilmiş cerrahi öykü gibi bazı faktörlerin etkili olduğu görüldü. 

Anahtar Kelimeler: Adneksiyal kitle, laparoskopi, laparotomi


7.

Çocuklarda paranazal sinüsler ve nazal kavitenin anatomik varyasyon ve tehlikeli bölgelerinin radyolojik görüntülenmesi
Imaging of the anatomic variations and dangerous areas of the paranasal sinuses and nasal cavity in pediatric patients
doi: 10.5222/iksst.2018.035 Sayfalar:36-42
Figen Palabiyik

GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik sinüzit pediatrik yaş grubunda giderek artan bir hastalıktır. Çocuklarda paranazal sinüs ve nazal kavitenin yaşla birlikte gelişim sürecinde meydana gelen anatomik varyasyonlar ve tehlikeli bölgelerin bilinmesi fonksiyonel endoskopik sinüs cerrrahi (FESC) tedavisine karar vermede önemli rol oynar. Bu nedenle FESC öncesi anatominin değerlendirilmesi için olgularda paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesi gerekmektedir. Bu çalışmanın amacı pediatrik yaş grubunda radyolojik olarak belirlenebilen bazı anatomik varyasyonları ve tehlikeli bölgeleri, bunların görülme sıklıklarını ve literatür eşliğinde erişkin olgulardan farklılıklarını değerlendirmektir. 

YÖNTEM ve GEREÇLER: Medikal tedaviye cevap vermeyen ve klinik olarak kronik sinüzit semptomları gösteren 3-15 yaş arası 267 pediatrik olgunun ( 137 erkek, 130 kız) paranazal sinüs BT incelemeleri paranazal sinüs ve nazal kavitenin anatomik varyasyonları ve tehlikeli bölgeler açısından retrospektif olarak değerlendirildi.

BULGULAR: En sık izlenen anatomik varyasyonlar septal deviasyon ve konka bülloza, tehlikeli bölgeler ise lamina kribroza derinliğinde artış ve nazal septum pnömotizasyonu saptandı. 

TARTIŞMA ve SONUÇ: Günümüzde nadirde olsa anatomik varyasyonlara sekonder gelişen kronik sinüzit için seçilmiş çocuk olgularda FESC uygulanmaktadır. Preoperatif değerlendirmede radyoloğun anatomik varyasyon ve tehlikeli bölgeleri doğru bir şekilde değerlendirmesi cerrahi sonuçların daha iyi olmasını ve komplikasyonların azalmasını sağlıyacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Çocuk, paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi, paranazal sinüs, nazal kavite, anatomik varyasyon

2019

2018

2017

2016

2015

2014

2013

2012

2011

2010

2009

2006

2005

2004

Logos Tıp Yayıncılığı
Yildiz Posta Cad. Sinan Apt. No:36
D.63-64 Gayrettepe 34349 Istanbul
 
Fax :
(212) 288 0541
(212) 288 5022
(212) 211 6185
  E-mail
[email protected]
  Google Maps için tıklayın