Jinekoloji ve Obstetrik Dergisi, 19(1):3-9, 2005
Transobtüratör Tape (TOT): Stres Üriner İnkontinans Tedavisinde Yeni Bir Yöntem
|
İbrahim ESİNLER, Mesut ÖKTEM, Emrah YAVUZ, Esra KUŞÇU, Hulusi B. ZEYNELOĞLU
Başkent Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara
|
|
Transobtüratör Tape (TOT): Stres Üriner İnkontinans Tedavisinde Yeni Bir Yöntem
AMAÇ: Stres üriner inkontinans tedavisinde (SÜİ) Transobtüratör Tape (TOT) operasyonunun kısa dönem sonuçlarının ve komplikasyonlarının belirlenmesi.
MATERYAL ve METOD: Çalışma prospektif klinik bir çalışma olarak planlandı. Başkent Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümüne Mart 2004-Mayıs 2004 tarihleri arasında SÜİ şikâyeti ile başvuran hastalar değerlendirmeye alındı. Basit sistometri, Q-tip ve öksürük testleri ile SÜİ tespit edilen 16 hastaya TOT uygulandı. Hastaların demografik özellikleri, operasyon süresi, intraoperatif ve postoperatif komplikasyonları not edildi. Hastalar işlem sonrası 1. hafta, 3. hafta ve 6. haftalarda kontrole çağrıldı. Kontrol sırasında mesane tam dolu olarak öksürük testi ve Q tip testi yapıldı.
BULGULAR: Toplam 16 hastaya SÜİ nedeni ile TOT (dıştan içe) yapıldı. Ortalama operasyon süresi 15.3±3.7 dakikaydı. Operasyon sonrası ortalama sonda kalış süresi 20.1±5.3 saat olup, ortalama hastanede kalış süresi 24.2±2.8 saat olarak tespit edildi. İntraoperatif komplikasyon hiçbir olguda izlenmedi. Sadece bir olguda (1/16; % 6.25) mesane perforasyonu şüphesinden dolayı intraoperatif sistoskopi yapıldı. Sistoskopide herhangi bir mesane ya da üretral zedelenme izlenmedi. Postoperatif sondanın çekilmesi ile birlikte tüm hastalar spontan idrarını yaparak sorunsuz olarak taburcu edildi. Birinci hafta kontrolde olgulardan sadece 1 tanesine (1/16; % 6.25) ayakta öksürük testi pozitif olması nedeni ile ofis ortamında lokal anestezi kullanılarak hamak ayarlaması yapıldı. Bu hastanın ve diğerlerinin 3. ve 6. hafta kontrollerinde öksürük testi negatif olarak tespit edildi. Kontrollerde hiçbir hastada üriner disfonksiyon izlenmedi. Bir hastada (1/16; % 6.25) 5 mm'lik insizyonların birisinde enfeksiyon ve apse gelişti. Apse drenajı ve antibiyotik tedavisi ile sorunsuz olarak iyileşti.
SONUÇ: Transobtüratör Tape (TOT) operasyonu Stres Üriner İnkontinans (SÜİ) tedavisinde klasik askılama yöntemlerine göre daha az intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlar ile kullanılabilir. Fakat, bu sonucun desteklenmesi için daha geniş prospektif randomize çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Jinekoloji ve Obstetrik Dergisi, 19(1):3-9, 2005
Anahtar kelimeler: Transobtüratör Tape, Stres Üriner İnkontinans, Transvajinal Sling
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):10-16, 2005
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin Prenatal Tanı Sitogenetik Sonuçları
|
Özgül ALPER1, Mualla ÖZCAN ÇALIŞKAN1, Nevra NAL1, Sezin YAKUT1, Mehmet ŞİMŞEK2, İnanç MENDİLCİOĞLU2, Gülseren BAĞCI1, Ömür TAŞKIN2, Güven LÜLECİ1
1Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, Antalya
2Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Antalya
|
|
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin Prenatal Tanı Sitogenetik Sonuçları
AMAÇ: İnvaziv yöntemlerle prenatal tanı, klinik olarak önemli kromozom anomalisine ve/veya diğer genetik hastalıklara sahip, çocuk doğurma riski yüksek olan çiftlerde uygulanan güvenilir bir metoddur. Yaklaşık 30 yıldır uygulanan prenatal tanı teknikleri, amniyosentez (AS), kordosentez (KS) ve koryonik villüs aspirasyonu (CVS) yöntemleridir. AS, hamileliğin 15. haftasından itibaren uygulanan en yaygın invaziv tekniktir. KS, gebeliğin 18. ve 20. haftalarından sonra, CVS ise 11. haftadan sonra uygulanmaktadır.
MATERYAL ve METOD: Down sendromu ve diğer trizomik sendromlar için en yaygın endikasyonlar, ileri anne yaşı, üçlü tarama testi ve patolojik ultrasonografik bulgulardır. Bu tekniklerin kullanılması ile gerçekleştirilen prenatal tanı ile ilgili sitogenetik analizler uygulanmış, 2084 AS, 122 CVS ve 199 KS örneklerine karyotip analizleri yapılmıştır.
BULGULAR: Anormal fetal karyotiplerinin sıklığı % 2.95 (71/2.405 olgu) olarak bulunmuştur. Sayısal kromozom bozukluklarının sıklığı % 1.87 (45/71 anormal karyotipli olgu), yapısal kromozom bozuklukların sıklığı ise % 1.08 (26/71 anormal karyotipli olgu) olarak belirlenmiştir. Sayısal kromozom anomalilerinden Trizomi 21 en sık gözlenirken (21/45 olgu), 15 olgu ile seks kromozom anöploidileri ikinci sırayı almıştır. Yapısal kromozomların yeniden düzenlemeleri içerisinde, 2 olguda ailesel olarak kalıtım gösteren 17 ve Y kromozomlarının inversiyonları gözlenmiştir. Bir olguda delesyon, bir olguda duplikasyon ve 2 olguda ekstra marker kromozom belirlenmiştir. 19 olguda translokasyon gözlenmiş, bunların 11'inde resiprokal ve 8'inde ise Robertsonian translakosyon belirlenmiş, 13 olgunun dengeli ve 6 olgunun dengesiz translokasyon taşıyıcısı olduğu saptanmıştır. On altı olguda translokasyon, ebeveynlerin birinden kalıtım göstermiş, 3'ünde ise de novo olarak ortaya çıkmış, ailelere genetik danışma verilmiştir.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):10-16, 2005
Anahtar kelimeler: Prenatal Tanı, Koryonik Villus, Amniyosentez, Kordosentez Aspirasyonu
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):17-21, 2005
Şiddetli Preeklamptik ve Normotensif Gebelerde Faktör V Leiden Mutasyon Sıklığı
|
Yakup KUMTEPE1, Metin İNGEÇ1, Paşa ULUĞ1, Hakan NAZİK1, Sedat KADANALI1, İbrahim PİRİM3
1Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Erzurum
2SSK Erzurum Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Erzurum
3Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Genetik Anabilim Dalı, Erzurum
|
|
Şiddetli Preeklamptik ve Normotensif Gebelerde Faktör V Leiden Mutasyon Sıklığı
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, kliniğimize başvuran şiddetli preeklamptik hastalar ve normotensif gebelerde görülen faktör V Leiden (FVL) mutasyon sıklığını belirlemek ve diğer ülkelerde değişik etnik kökenlerde bildirilen sonuçlarla kıyaslamaktır.
MATERYAL ve METOD: Eylül 2002-Mayıs 2004 tarihleri arasında, şiddetli preeklampsi tanısı alan 24-40 haftalık gebeliğe sahip 40 hasta ile aynı gebelik haftasına sahip 32 gebe arasındaki FVL mutasyonu periferik kandan izole edilen genomik DNA PCR tekniği ile çoğaltılarak reverse hibridizasyon temeline dayanılarak tespit edildi.
BULGULAR: FVL mutasyonu, 40 şiddetli preeklamptik hastanın 8'inde (% 20) 32 sağlıklı gebenin ise 2'sinde (% 6) pozitif olarak bulundu (p<0.05). Hem preeklamptik hastalarda, hem de sağlıklı gebe grubunda FVL mutasyonu taşıcılığı tespit edilen 10 hastanın tamamında mutasyon heterozigot olarak değerlendirildi.
SONUÇ: Şiddetli preeklamptik hastalarda görülen FVL mutasyon sıklığı % 20 ile şu ana kadar değişik etnik kökenler üzerinde bildirilen en yüksek oranlar düzeyindedir. Değişik etnik kökenler üzerinde birçok çalışma tarafından gösterilen, özellikle beyaz ırkda sık görülen FVL mutasyonu ile preeklampsi bağlantısı, çalışmamız sonuçlarına göre Türklerde de yaygın olarak bulunmaktadır. Bu mutasyonu taşıyan preeklamptik hastaların daha sonraki gebeliklerinde gelişebilecek preeklampsi riski acaba pıhtılaşma önleyici ilaçlar kullanılarak önlenebilir mi sorusuna cevap için yeni çalışmalar planlanabilir.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):17-21, 2005
Anahtar kelimeler: Gebelik, Preeklampsi, Faktör V Leiden Mutasyonu
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):22-30, 2005
Evli Kadınların Doğum Kontrol Yöntemleri Hakkında Düşünceleri ve Kullandıkları Yöntemler
|
Emre YANIKKEREM, Özlem ÖZTÜRK, Nurgül CIVAK
Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu, Manisa
|
|
Evli Kadınların Doğum Kontrol Yöntemleri Hakkında Düşünceleri ve Kullandıkları Yöntemler
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, evli kadınların kullandıkları, bildikleri, güvenilir buldukları ve yan etkisi olduğunu düşündükleri doğum kontrol yöntemlerini belirlemek ve bazı sosyodemografik özellikler ile etkin yöntem kullanımı arasındaki ilişkiyi saptamaktır.
MATERYAL ve METOD: Çalışma Aralık 2003-Şubat 2004 tarihleri arasında Manisa il merkezi 7 Nolu Sağlık Ocağı bölgesinde yaşayan 15-49 yaş evli 200 kadın ile gerçekleştirilmiştir. Kartlardan kadınların adresleri alınmış, ev ziyaretleri yapılarak yüzyüze tekniği ile kadınlarla görüşülmüştür. Toplanan veriler SPSS 10.0 paket programında değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde Ki-kare, yüzde ve ortalama analizi uygulanmıştır.
BULGULAR: Kadınların % 58'i ilköğretim ve altı eğitim almış, % 38'i çalışmaktadır. % 70.5'inin gelir durumu orta, % 89.5'inin çocuğu bulunmaktadır. Çocuk sayısı ortalaması 2.05'dir. Çalışmamızda kadınların en çok bildiği 3 yöntem, hap, Ria ve kondom kullanılmıştır. En fazla kullanılan yöntemler Ria, geri çekme ve haptır. İlköğretim üstü eğitim alan kadınların % 89.5'i etkili yöntem kullanmaktadır. Kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe etkili yöntem kullanımı artmaktadır, fakat kadınların % 22.5'i etkisiz yöntem ile korunmaktadır. Çalışan kadınlar çalışmayan kadınlara oranla daha fazla etkili yöntem kullanmaktadır. Ailenin gelir durumu, eşin eğitimi modern yöntem kullanımında etkili faktörlerdir ve gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmaktadır (p< 0.05).
SONUÇ: Araştırmamızda modern kontraseptif yöntem kullanım oranı (% 77.5) Türkiye geneline göre oldukça yüksektir. Kadının eğitim durumu kontraseptif yöntem kullanımını etkilemektedir. İstenmeyen gebelik ve küretajın önlenebilmesi için kadınlar etkin yöntem kullanımı konusunda motive edilmeli ve sağlık çalışanları tarafından modern yöntem kullanımı konusunda eğitim verilmelidir.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):22-30, 2005
Anahtar kelimeler: Doğum Kontrol Yöntemleri, Evli Kadın, Eğitim
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):31-34, 2005
Preeklamptik ve Sağlıklı Gebelerde Plasental Patoloji
|
Yaprak ENGİN ÜSTÜN1, Yusuf ÜSTÜN1, Şahin ZETEROĞLU1, Mehmet GÜVERCİNCİ1, Mansur KAMACI1, Serdar UĞRAŞ2
1 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Van
2 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı, Van
|
|
Preeklamptik ve Sağlıklı Gebelerde Plasental Patoloji
AMAÇ: Çalışmanın amacı, sağlıklı ve preeklamptik gebelerde plasental patolojiyi karşılaştırmaktır.
MATERYAL ve METOD: Çalışmaya Ekim 2001 ile Eylül 2002 tarihleri arasında prospektif olarak, preeklampsi-eklampsi tanısı ile yatırılarak takip ve tedavileri yapılan 83 olgu ile sistemik hastalığı olmayan 30 kontrol olgusu dahil edildi. Plasentalar, makroskopik incelemesi yapıldıktan sonra, dokuz histolojik parametre dikkate alınarak ışık mikroskobunda incelendi. İstatistiksel işlemler; student t testi ve x2 (ki-kare) testi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Sinsityal düğümde artış, sitotrofoblastta proliferasyon, fokal perivillöz fibrin depolanması, villöz stromal fibrozis, uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, maturasyon, bazal membran kalınlaşması, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem çalışma grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Uteroplasental damarda fibrinoid nekroz, villöz stromal fibrozis, bazal membranda mineralizasyon ve villöz stromal ödem kontrol grubunda hiçbir hastada saptanmadı.
SONUÇ: Preeklampsinin patogenezinde plasental patoloji önemli rol oynamaktadır.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):31-34, 2005
Anahtar kelimeler: Preeklampsi, Plasental Patoloji
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):35-38, 2005
Polikistik Over Sendromunun (PKOS) Tanısında Over Volümünün Önemi
|
Mehmet Bilge ÇETİNKAYA, Mustafa TORGAÇ, Arif KÖKÇÜ, Erdal MALATYALIOĞLU, Tayfun ALPER
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Samsun
|
|
Polikistik Over Sendromunun (PKOS) Tanısında Over Volümünün Önemi
AMAÇ: Bu çalışma, over volümünün hiperandrojenemideki önemini, polikistik over sendromundaki (PKOS) over volüm artışının bazal hormon parametreleri ile ilişkilerini araştırmak amacıyla yapıldı.
MATERYAL ve METOD: PKOS tanısı konulan 40 hasta ile 40 kontrol olgusu çalışmaya dahil edildi. PKOS ve kontrol grubunun her ikisinden de son menstrüel siklusun 3. gününde hormon düzeylerini ölçmek için kan örnekleri alındı. Tüm olguların vücut kitle indeksleri (VKI) vücut ağırlığı (kg.)/boy (metre) formülüyle hesaplandı. Pelvik abdominal veya vajinal ultrasonografi (USG) ile over volümleri ise üç ayrı planda boyutları ölçülerek (p/6 D1*D2*D3) formülü ile hesaplandı. İstatistiksel değerlendirmelerde Mann Whitney U, student t testi ve regresyon analizi kullanıldı.
BULGULAR: Ultrasonografik değerlendirmelerde PKOS ve kontrol grubu total over volümü arasında fark anlamlıydı (p< 0.05). Bazal FSH, LH, insülin, serbest testosteron ve östrojen düzeyi ortalamaları gruplar arasında fark göstermedi (p >0.05). Total testosteron ve DHEA-S düzeyleri PKOS'lu grupta anlamlı olarak yüksekti (p<0.05).
SONUÇ: Total over volümü ile PKOS arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır. Overin periferinde bulunan çok sayıdaki atrezik foliküller over boyutlarında artışa katkıda bulunmaktadırlar. Kontrol grubuna göre, PKOS grubunda bulunan yüksek androjen düzeyleri, over volümü ile hormon parametreleri arasında uyumlu değişiklikler olduğunu göstermiştir.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):35-38, 2005
Anahtar kelimeler: Polikistik Over Sendromu, Hiperandrojenemi, Over Volümü
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):39-42, 2005
Operatif Histeroskopiden Sonra Yapılan İkinci Bakış Histeroskopisi Sonuçları
|
Levent YAŞAR, Süha SÖNMEZ, Ziya ÇEBİ, Serdar KOÇ, Latif KÜPELİOĞLU, Asiye TOKLAR, Yakup ŞENSOY, Reyhan DEMİRBAŞ
Süleymaniye Kadın Hastalıkları ve Doğum Araştırma ve Eğitim Hastanesi, İstanbul
|
|
Operatif Histeroskopiden Sonra Yapılan İkinci Bakış Histeroskopisi Sonuçları
AMAÇ: Doğurganlık ve adetlerin düzenlenmesine yönelik bazı histeroskopik cerrahi girişimlerden sonra ikinci bakış histeroskopisi yapılarak anatomik ve fonksiyonel düzelmenin birbirleriyle ne kadar uyumlu olduğunun araştırılması.
MATERYAL ve METOD: Bu çalışmaya intrauterin adezyon, uterin septum, endometriyal polip ve sübmükoz polip nedeniyle operatif histeroskopi yapılan 67 hasta alındı. Tüm hastalara hormonal tedavi bitiminde çekilme kanamasını takiben, lokal anestezi altında, ikinci bakış histeroskopi (İBH) yapıldı. İkinci bakış histeroskopide intrauterin adezyon saptanan olgulara operatif histeroskopi gerektiğinde, özellikle yoğun adezyon tespit edilen olgularda laparoskopi yapıldı. Intrauterin adezyon varlığında yeterli kavite hacmi sağlanıncaya kadar diagnostik ve operatif histeroskopiler tekrarlandı.
BULGULAR: Histeroskopik septum rezeksiyonu yapılan 28 olgudan 9'unda, Asherman sendromu nedeniyle adezyolizis yapılan 19 olgudan 14'ünde, histeroskopik myom rezeksiyonu yapılan 9 olgudan 1'inde olmak üzere toplam 24 olguda İBH ile adezyon tespit edilirken, histeroskopik endometriyal polip rezeksiyonu yapılan olguların hiçbirinde endometriyal adezyon tespit edilmemiştir (p< 0.05). Üçüncü bakış histeroskopi(ÜBH) sonrasında adezyolizis yapılan 12 olgudan 8'i (% 66.7) dördüncü bakış histeroskopisinde (DBH) normal olarak değerlendirilirken 2 olguda şiddetli (% 16.6), 1 olguda orta (% 8.3) ve 1 olguda hafif (% 8.3) derecede yapışıklık tespit edilerek yeniden adezyolizis yapılmıştır.
SONUÇ: Tüm histeroskopik cerrahilerden sonra, ikinci bakış histeroskopisi ve gerekirse cerrahi girişim yapılmasının etkili ve akılcı bir yaklaşım olduğu kanısındayız
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):39-42, 2005
Anahtar kelimeler: İkinci Bakış Histeroskopi, İntrauterin Adhezyon, Adezyolizis
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):43-49, 2005
Yüksek Riskli Gebeliklerde 3. Trimestrede Doppler Ultrasonografi İle Gebelik Prognozunun Öngörülmesi
|
Ulaş CAN1, Sevinç BOSTANOĞLU1, Sıtkı GÜLHAN1, T. Umut KUTLU DİLEK2
1Ankara Numune Hastanesi Radyoloji Kliniği, Ankara
2Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Mersin
|
|
Yüksek Riskli Gebeliklerde 3. trimestrede Doppler Ultrasonografi İle Gebelik Prognozunun Öngörülmesi
AMAÇ: Bu çalışmada, yüksek riskli gebeliklerde 3. trimestrede, maternal uterin arter, fetal orta serebral arter ve umbilikal arter akım Doppler parametrelerinin kombinasyonu ile fetal distresin erken dönemde saptanması, fetal mortalite ve morbiditenin öngörülebilirliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
MATERYAL ve METOD: Mayıs-Kasım 2003 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu çalışmada; 31 normal ve 34 yüksek riskli, toplam 65 gebe üçüncü trimestrede renkli Doppler ultrasonografik incelemeye alındı. Umbilikal arter dalga formu, rezistif indeks (RI), pulsatilite indeksi (PI), sistol/diastol oranı (S/D), fetal orta serebral arter (OSA) sistol/diastol oranı, rezistif indeks (RI), uterin arter dalga formu ve sistol/diastol oranı, OSA /UA rezistif indeksleri (RI) oranı değerlendirilen parametrelerdi.
BULGULAR: Yüksek riskli ve normal gebe gruplarının yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak fark yokken, doğum ağırlıkları (p< 0.0001) ve doğum haftaları (p< 0.05) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark mevcuttu. Riskli gebe grubunda ki olgulardan Doppler parametreleri normal olanlar ve patolojik olanların, doğum ağırlıkları ve haftaları arasında anlamlı farklılık saptanmıştır (p< 0.0001). Tüm vasküler yapıların Doppler parametrelerini perinatal komplikasyon varlığını saptamak için değerlendirdiğimizde, spesifite % 65.2, sensivite % 91.7, PPD % 57.9, NPD % 93.8 olarak saptanmıştır. Obstetrik komplikasyon varlığını belirlemede spesifite % 91.7, sensivite % 78.3, PPD % 94.7, NPD % 68.8 oranlarında saptanmıştır.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):43-49, 2005
Anahtar kelimeler: Fetal Doppler, İntrauterin Gelişme Geriliği, Yüksek Riskli Gebelikler
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):50-52, 2005
Vajinal Akıntıda Mikrobiyolojik Değerlendirme
|
Başak BAKSU1, Alparslan BAKSU1, Sultan ÇINAR1, Eser AĞAR1, İnci DAVAS1, Tülay AKVARDAR2
1Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul
2Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı, Ota Tıp Merkezi Mikrobiyoloji Laboratuvarı, İstanbul
|
|
Vajinal Akıntıda Mikrobiyolojik Değerlendirme
AMAÇ: Vajinal akıntısı olanlarda mikrobiyolojik ajanların saptanması.
MATERYAL ve METOD: Vajinal akıntı şikayeti ile başvuran toplam 328 cinsel aktif hasta çalışmaya alındı. Vajinal ve endoservikal örnekler, direkt mikroskobi ve gram boyamayı takiben kanlı agar, eozin metilen mavisi, çukulata agar ve Thayer Martin besiyerlerine ekildi. Chlamydia trachomatis için optik immunoassay yöntemi ile antijen tayini yapıldı. Ureoplasma ve Mycoplasma için Mycofast® 40 kiti kullanıldı.
BULGULAR: Olguların % 9.14'ünde (n=30) normal flora üredi. Saptanan patojenler ve oranları şu şekildeydi: Üreoplasma urealyticum % 77.74 (n=255), Candida albicans % 21.03 (n=69), Ureoplasma urealyticum + Mycoplasma hominis % 18.29 (n=60), Gardnerella vaginalis % 16.46 (n=54), Trichomonas vaginalis % 8.53 (n=28), Chlamydia trachomatis % 1.82 (n=6), Neisseria gonorrhoeae % 0.06 (n=2).
SONUÇ: Alt genital sistem enfeksiyonları vajinal akıntının başlıca nedenidir. Bu enfeksiyonların büyük bir bölümü polimikrobiyaldir. Servisit etkenleri de en az vajinit etkenleri kadar vajinal akıntıdan sorumludur.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):50-52, 2005
Anahtar kelimeler: Vajinal Akıntı, Vajinit, Servisit
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):53-55, 2005
Overe Metastatik Malign Melanoma: Olgu Sunumu
|
Başak BAKSU1, Sultan ÇINAR1, İnci DAVAS1, Atıf AKYOL1, Tülay BAŞAK2
1 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, İstanbul
2 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Kliniği, İstanbul
|
|
Overe Metastatik Malign Melanoma: Bir Olgu Sunumu
AMAÇ: Metastatik over tümörleri içinde ender olarak görülen malign melanomalı bir olguyu literatür eşliğinde gözden geçirmek.
OLGU: Kırk yaşında, bir yıl önce malign melanoma tanısı alan hastaya sol adneksiyel kitle nedeniyle eksploratif laparatomi uygulandı. Sol salpingo-ooforektomi yapılan hastada sağ overde koyu kahverengi solid kitle saptanması nedeniyle "wedge" rezeksiyon uygulandı. Patoloji sonucu, sol overde müsinöz kistadenom ve sağ overde metastatik malign melanoma ile uyumluydu.
SONUÇ: Malign melanoma öyküsü olan hastalarda adneksiyel kitle ayırıcı tanısında malign melanom metastazı da düşünülmelidir.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):53-55, 2005
Anahtar kelimeler: Malign Melanoma, Metastatik Over Tömörü, Adneksiyel Kitle
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):56-58, 2005
Endometrial Kanser ile Eş Zamanlı Olarak İzlenen Appendiksin Karsinoid Tümörü: Olgu Sunumu
|
T. Umut Kutlu DİLEK1, Saffet DİLEK1, Özlem PATA1, Ekrem TOK1, Leyla CİNEL2, Meral ABAN1
1 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Mersin
2 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Mersin
|
|
Endometrial Kanser ile Eş Zamanlı Olarak İzlenen Appendiksin Karsinoid Tümörü: Olgu Sunumu
Endometrium kanserli olgularda cerrahi evrelemede appendektominin yeri tartışmalıdır. FIGO'nun cerrahi evreleme protokolü içerisinde yer almamaktadır. Endometrial adenokanser ile eş zamanlı olan appendiksin karsinoid tümörü çok ender izlenir. İki tümörün birlikteliği ortak sebep-sonuç ilişkisinden çok insidental niteliktedir. Eş zamanlı bulunabilen appendiks orjinli tümörlerin saptanabilmesi açısından appendektomi evreleme prosedürüne eklenebilir, ancak bunun prognostik önemi açık değildir. Endometrial adenokanser tanısı alarak evreleme cerrahisi uygulanan 77 yaşındaki postmenapozal hastada, endometrial adenokanser ile eşzamanlı olarak tespit edilen appendiksteki karsinoid tümör incelenmiştir.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):56-58, 2005
Anahtar kelimeler: Endometrial Adenokarsinoma, Appendiksin Karsinoid Tümörü, Cerrahi Evreleme
|
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):59-61, 2005
Gebelik ve Müsinöz Borderline Over Tümörü: Olgu Sunumu
|
Volkan ÜLKER, Ceyhun NUMANOĞLU, Özgür AKBAYIR, Ali İsmet TEKİRDAĞ, Ahmet GÜLKILIK
SSK Bakırköy Doğumevi Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Hastanesi, Onkoloji Kliniği
|
|
Gebelik ve Müsinöz Borderline Over Tümörü: Olgu Sunumu
Gebeliğinin 10. haftasında over kist torsiyonu nedeniyle acil laparotomi yapılan ve histopatolojik inceleme sonrası müsinöz kistadenokarsinom tanısı koyulan bir olgu sunmaktayız. Olguya gebeliğin 15. haftasında, sisplatin ve siklofosfamid kombinasyonu ile kemoterapi başlandı. Kemoterapiyi uygulayan medikal onkoloji departmanının, patoloji tanısının tekrar incelenmesini istemesi üzerine, aynı ünitenin patoloji departmanında tanı, müsinöz borderline over tümörü olarak değerlendirildi ve kemoterapi kesildi. Gebelik 38. haftada sezaryen ile sonlandırıldı ve ikinci bakış laparatomisi yapıldı. Eksplorasyonda artık tümör gözlenmedi. Olgu postoperatif dönemde, periyodik yakın takibe alındı. Tedavinin başlangıcından itibaren 33 aylık gözlemde herhangi bir tümör tekrarı ile karşılaşıl-madı.
Jinekolojik ve Obstetrik Dergisi, 19(1):59-61, 2005
Anahtar kelimeler: Borderline Over Tümörü, Gebelik, Kemoterapi
|
|